22/10/2009
Eskiden beri, ülke veya kurumları ele
geçirmeye çalışan güç odakları hedeflerine ulaşmak için her türlü yolu
denemişlerdir. Eskiden, doğrudan işgal, katliam, sürgün, köleleştirme
ile yaptıklarını, bugün artık daha kamuflajlı bir şekilde devlet
adamlarını ve kurum yöneticilerini elde ederek yapmaktadırlar. Bu
metodun dünya üzerindeki en iyi uygulayıcısı da Yahudilerdir...
Yahudiler bu gibi operasyonlarda daha ziyade mason localarını taşeron
olarak kullanmaktadırlar. Dünyayı ağ gibi sarmış bu fesat ocakları
vasıtasıyla, insanların makam arzularını, menfaat hırslarını, ideolojik
zaaflarını kolayca lehlerine kullanabiliyorlar.
Nitekim
Birinci Cihan Harbi, Büyük İsrail´in kurulabilmesi için siyonistlerce
çıkartılmıştır. Bunun için de bir mason devleti olan İngiltere ile
kontrol altında tuttukları diğer ülkelerdeki mason localarını
kullanmışlardır. İsrail devletini kurmayı hedefledikleri Filistin
topraklarının anahtarını elinde tutan Osmanlıyı da mason yöneticileri
kullanarak savaşın içine çekmişlerdi.
İngiliz gazeteci-yazar Douglas Reed
konuyla ilgili olarak şunları söylüyor: “1914 yılında Birinci Dünya
Harbi çıktı. Hafızası kuvvetli olanların hatırlayacakları gibi çıkış
nedenleri arasında, Belçika´nın ırzına geçilmiş olması, Prusya´nın
saldırganlığına son verilmesi ve güvenli bir dünyada demokrasinin
yerleşmesi gibi şeyler sayılmıştı. Harbin başlarında Baron Edmond ve Rotchild, savaşın Orta Doğuya yayılacağını ve politik siyonizmi ilgilendiren önemli gelişmeler olacağını Weizmann’a söylemişti…” [1]
Yazar
kitabının bir diğer bölümünde ise şunları ifade ediyor: “… Bu
gelişmelerden vatandaşların haberi yoktu ve sanıyorlardı ki katıldıkları
harp, insanların ve milletlerin hürriyetlerini kazanmaları için
yapılmaktadır. Bu harbin esas maksadının küçük, zararsız ve dost olan
insanları (Filistinlileri) ata yurtlarından sürerek, o topraklara Doğu
Avrupalı yabancıları yerleştirmek olduğu akıllarının ucundan bile
geçmiyordu.”[2]
Weizmann
ise o dönemle ilgili olarak şunları ifade ediyor: “Rahatça
söyleyebiliriz ki, eğer Filistin İngiltere´nin nüfuz alanına girer de,
İngiltere de orada kendisine bağlı bir Yahudi toplumunun oluşmasına
olanak sağlarsa, yirmi ya da otuz yıl içinde oraya bir milyon, belki
daha fazla Yahudi toplarız.”[3]
Filistin topraklarının Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılmasının ardından harekete geçen Lord Rothschild, İngiliz hükümetine baskı uygulayarak, İsrail'in kurulmasına start veren Balfour Bildirisi'nin yayınlanmasında etkili oldu.[4]
İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour 2 Kasım 1917´de İngiltere siyonist dernekleri başkanı Lord Rothschild´e daha sonra “Balfour Beyannamesi”
adını alacak bir mektup yazdı. Mektupta, “Majestelerinin hükümeti,
Filistin´de Yahudi halkı için bir milli yurt oluşturulmasını uygun
karşılamaktadır ve bunun gerçekleşmesi için her türlü çabayı
harcayacaktır” [5] denilmekteydi.
“Balfour Deklarasyonu'nun ilanından üç hafta sonra General Allenby komutasındaki İngiliz ve Arap birlikleri Kudüs'ü Osmanlılardan teslim aldı (11 Aralık 1917). Bunu Osmanlı birliklerinin Suriye cephelerinde yenilgiye uğratılması izledi.”[6] Sultan Vahdeddin, ne Mustafa Kemal’in Nablustan, yani bugünkü İsrail’den hızlı çekilmesini; ne de yeni hükûmette Bahriye Nâzırı yaptığı Rauf Bey’in fazla direnmeden 30 Ekim'de ağır bir mütareke (Mondros) imzalamasını hazmedememişti. Nitekim, yıllar sonra Mekke'de yayınladığı bir bildiride şunları söyler: "Ne
yazıp imza ettiği mütarekenin uygulaması demek olan felâketlere karşı
sonraları muhalefete ön ayak olmak küstahlığını gösteren Rauf Bey
için; ne de devletin belli başlı mevcud kuvvetlerinden çoğunu esir
vererek, zilletle Toros eteklerine iltica etmesi yüzünden mütarekenin
imzalanmasını kaçınılmaz bir hale getiren Mustafa Kemâl için kabul edilebilecek hiç bir mazaret yoktur!" [7]
“Bu ağır yenilginin ardından 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesi ile tüm Filistin Britanya'nın kontrolüne bırakıldı. Ardından Britanya yetkilileri, Mekke Şerifi Hüseyin'i
temin ettiler ki, Yahudi yerleşimlerine sadece Arap nüfusun ekonomik ve
politik özgürlükleri ile uyumlu olduğu sürece izin verilecekti. Şerif Hüseyin, böylece Filistin'e Yahudi göçünün sürmesine izin verdi. “[8]
“Kaidedir
ki, işgal topraklarında hususî mülkiyete dokunulmaz. Ama devlet
arazisi, yeni devletin olur. Filistin’de ise bugünleri düşünülerek
tapulanmış Sultan Hamid’e ait araziler, İttihatçılarca devletleştirildiği için doğrudan İngilizler’e geçti.”[9]
Lord Rothschild,
Yahudi Devleti'nin siyasi oluşumuna zemin ararken diğer yandan da
kurduğu 2 milyon sterlinlik fon ile Filistin topraklarının satın
alınmasını organize etti. Çok kısa bir zaman içinde Filistin
topraklarının en verimli bölgeleri bu fon sayesinde Yahudilerin eline
geçti.[10]
“1919’da
Filistin’de Arapların sayısı Yahudilerin 16 misliydi. 1922’de 600 bin
Araba karşılık 80 bin Yahudi bulunuyordu. Yahudi göçü, 1932’den sonra
hızlandı ve Hitler’in Almanya’da iktidara gelişi ve Yahudi aleyhtarı politikası sonrasında Yahudilerin Filistin’e göçleri aşırı derecede arttı. 1947’de ise Yahudi nüfusu ile Arap nüfusu artık eşit duruma gelmişti.”[11]
Osmanlı´nın
yok yere bu harbe sokulması ve ardından dayatılan Sevr Anlaşması hep bu
planın parçalarıdır ve mason yöneticiler üzerinden icra edilmiştir. “Üç
beyinsiz” olarak sıfatlandırılan Enver, Talat ve Cemal Paşalar bilerek veya bilmeyerek bu projeye en ciddi desteği vermişlerdir.
1917´deki
Balfour beyannamesi, 1918’de Osmanlı Ordularının Filistinde uğradığı
bozgun ve Birinci Cihan harbinin hemen ardından Yahudilerin İsrail´e
yerleşmeye başlamaları ve ardından da 1948´de İsrail´in kurulması…
Tamamının bir projenin aşamaları olduğuna şüphe yok. Ve bütün bu
aşamalar Yahudiler tarafından mason yöneticilerin taşeronluğuyla icra edilmiştir.
Eskiden beri Osmanlı devleti ve devamı Türkiye Cumhuriyeti üzerindeki Yahudi operasyonları üç kanaldan yapılmaktadır:
- Birincisi bizzat Yahudiler;
- İkincisi Müslüman olduklarını söyleyen ama yahudi kimliklerini koruyan Sabataycılar,
- Ve üçüncü olarak da köken itibariyle Yahudi olmayan ama onların ideallerine hizmet eden masonlar...[12]
Bu
şer odakları, hedef aldıkları ülke, kurum ya da şahısları, zaaflarını
tespit edip -yoksa oluşturup- o nokta üzerinden yüklenerek
çökertmektedir.
Çok
milletli bir yapıya sahip olan ve gelişmelere ayak uydurup kendini
yenileyememesi sebebiyle ciddi bir krize giren Osmanlı imparatorluğu da,
Yahudi, dönme ve masonlar marifetiyle milliyetçilik girdabına çekilerek
kısa sürede dağıtılmıştır. Türkçülük bu süreçte bir Yahudi ve mason projesi olarak aktive edilmiştir.
OSMANLI’DAN CUMHURİYETE TÜRKÇÜLÜK
Türkçülüğün temelleri Osmanlı dışında atılmış, ardından Osmanlı’ya ithal edilmiştir.[13]
“Osmanlı
dünya görüşünde “ırk” ve “ulus” kavramları yoktu. Emevîler devrinde
Araplarda olduğu gibi, Arap kökenli olmayan Müslümanları “Mevali”
sıfatı ile küçülten bir ayrım Osmanlılara yabancı idi. Şer'î ilimlerden
ve yardımcı disiplinlerden oluşan kapalı bir manevî dünya Osmanlı
düzeninde XIX. yüzyıl ikinci yarısına kadar egemen olmuştur.
Osmanlılarda tarih anlayışı, silsilenameler şeklinde hikâye edilen
kutsal bir tarihti. Bu anlayış içinde şecerelerini Hazreti Nuh'un oğlu Yafes'e kadar götürüyorlardı” [14]
Hatta
19. yüzyıla kadar Osmanlı edebiyatında Türk terimine nadiren
rastlanırdı. Yüzyıllar boyunca Türk sözcüğünü, Osmanlıları kast ederek
sadece Batılılar kullanmışlardı.[15]
Bu
dönemde Batı'daki siyasî hayat, kültür hayatı, ticarî hayat, bütün
sosyal kurumlar, "millet", "halk", "vatan" gibi yeni kavramlar etrafında
kurulmuştu.[16] Ümmet anlayışının hakim olduğu Osmanlı aydınları bu kavramlarla Tanzimattan sonra tanışmaya başladı.
“Osmanlılarda
“kimlik sorunu”nun ortaya çıkışı, XVIII. yüzyıl sonlarından itibaren
Osmanlı düzeninin varlığını devam ettirebilmekte karşılaştığı ciddi
sorunlarla ilgilidir. Osmanlıların savaşlarda yenilmeye ve
bağımsızlıklarını kaybetmeye başladıkları dönemde, bünyelerindeki
“milletler” de, Batı'daki ulusal hareketlerin etkisiyle kıpırdanmaya
başlamışlardı. Osmanlı bütünlüğü açısından tehlikeli olan bu
hareketleri, Osmanlılar kısmen baskı ile kısmen de bazı “reform”larla
önlemeye çalışmışlardır. Bununla beraber, aynı zamanda, Osmanlıların
etnik kökeni ile ilgili bir düşünce süreci de başlamıştır.”[17]
…
TÜRK OLMAYAN TÜRKÇÜLER
Başlangıçta Türkçülük üzerinde uğraşanlar Türkler değil, Avrupalı Yahudiler ve Macarlardı.[18]
“Osmanlılar, ‘kimlik sorunu’ üzerinde düşünmeye başladıkları zaman, kültürlerinde bu konuda kendilerine yardımcı olabilecek düşünce araçları yoktu. Oysa, Batı, kütüphane ve kataloglarıyla, bilimsel dernek ve kurumlarıyla, uzmanlaşmış yayınlarıyla bütün dünyaya egemen olacak bir düşünce arsenali oluşturmuştu. Osmanlı aydınları da bu kültür kıtasında düşünmeye başladılar.”[19]
“Bölücü
niteliği dolayısıyla, uzun süre siyasal akım haline gelemeyen bu
eğilim, ‘Türklerin aslı’, ‘Türklerin tarihi’, ‘Türklerin dili’ gibi
sorunlar etrafında yoğunlaşmıştır. Bu konuda çalışanlar Batı’daki
antropoloji, filoloji ve daha ziyade Türkoloji araştırmalarından
faydalandılar.”[20]
Türkoloji
ise, XVII. yüzyılda Cizvit papazlarının başlattığı Sinoloji (Çin
araştırmaları) disiplinine bağımlı olarak gelişmişti. Gerçekten Çin
uygarlığı ile bilgilerin artışı ve Çin kaynaklarının tanınması Orta Asya
Türkleri ve bunların tarihi ile ilgili birçok bilginin ortaya çıkmasına
yol açmıştı. İşte, kendisi de sinolog olan ve bu konudaki bilgileri
değerlendiren Fransız tarihçilerinden De Guignes (1721-1800), 1756-58′de eski Türklerle ilgili ilk eser olan "Hunların, Türklerin, Moğolların vesair Tatarların Tarih-i Umumisi" (Histoire generale des Huns, des Turcs, des Mogols et des autres Tartares occidentaux, Paris 1756-58) adlı kitabını yayınladı. [21]
“1822'de “Asya Derneği (Societe Asiatique)”ni kuran ve 1828' de Journal Asiatique'i çıkararak şarkiyatçı çalışmalara hız kazandıran iki âlim, J. Klaproth(Alman Yahudisi) ve A. Rémusat,
Türkoloji bakımından ayrı bir önem taşıyorlardı. Bu yazarlar, çağdaş
antropologların Türkleri Kafkas ırkından sayan tasniflerini kabul
etmemekle beraber, onları Moğollardan ve Tatarlardan da ayırıyorlardı.
Klaproth bu açıdan Ebülgazi Bahadır Han'ın “Şecere-i Türk”ünde dahi, Türklerin “beyaz Tatarlar” adı altında ayrı ele alındığına dikkati çekmiştir.
A. Rémusat
da Rus yazarların Türkleri yanlış olarak Tatar saydığını ileri sürmüş
ve fizyolojik kriterlerle tamamlanması gereken dil tasnifleri ileri
sürmüştür.
Fakat bu konuda en popüler olan ve Osmanlı devletinde Türkçülüğün doğuşunu en çok etkileyen eser, Leon Cahun’un (1841-1900) 1896'da yayınlanan eseri olmuştu. Leon Cahun gerçek
anlamıyla bir Türkolog değildi. Fransız kaynakları da kendisini
«edebiyatçı» olarak tanımlamaktadır. Eserinin etkisinin büyüklüğünde,
herhalde orijinalliğinden çok üslûbu ve yayınlanma zamanı rol
oynamıştır. Gerçekten XIX. yüzyıl sonlarında Türkçülüğün, kültürel
plandan politik bir hareket haline dönüşmesi için ortamın hazır olduğu
görülüyor.
Ziya Gökalp Türkçülüğün Esasları'nda Türkçülük tarihini anlatırken, Leon Cahun'un eseri hakkında şunları yazmaktadır: “1896'da İstanbul'a geldiğim zaman, ilk aldığım kitap, Leon Cahun'un tarihi olmuştu. Bu kitap adeta pan-türkizm mefkûresini teşvik etmek üzere yazılmış gibidir”.
Avrupa'daki Osmanlı muhalefeti ile uzun temasları olan ve onları etkilemeye çalışan L. Cahun'un siyasal bir misyonu var mıydı? Bu dikkatle incelenmesi gereken bir konudur.”[22]
“L. Cahun
bu fikri çok sistemli bir biçimde geliştirmemiştir. Ancak mesajı son
derece açıktır ve Türkçülere “gerçek Türk ruhu”nun İslâm'ın dışında,
Orta Asya'da olduğunu söylemektedir.
Osmanlı
devletinin son döneminde, Türkçüleri etkileyen başka bir şarkiyatçı da,
Yahudi asıllı bir Macar olan ve Osmanlı devletinde uzun yıllar geçiren A. Vambéry (1832-1913)'dir. Vambéry de, L. Cahun
gibi, Orta Asya Türklerine büyük bir ilgi duymuş, Ruslara karşı
İngiliz çıkarlarını savunmuş ve bu amaçla sahte bir derviş kıyafetiyle
Orta Asya'ya seyahatler yapmış ve Türklerle ilgili bir sürü bilgi
toplamıştır. Türkçe ile Macarcanın ilişkisine ilk defa dikkati çeken bu
yazar, Yahudi davasını da desteklemiş ve Siyonizmin kurucusu Theodore Herzl'i 1901'de Abdülhamid'le görüştürmüştür.”[23]
Cemil Meriç, bu süreci şöyle özetliyor: “Bu
milliyetçilik hareketi iki kaynaktan geldi bize. Birisi batı kaynağı.
Batı’dan gelen bu tehlikeli fikir bir kaç isim etrafında toplanabilir; Josephe De Guignes, Leon Cahun, Vambery.
De Guignes
18. asırda yaşamış, o devrin kifayetsiz bilgileriyle Çin uzmanıdır.
Kendisi hariciyeye, Fransız polisine mensup bir adamdır. Ve mesela
Çinlilerin, Mısır’dan gelen bir koloninin devamı olduğunu söyleyecek
kadar bilgisizdir bu konuda. De Guignes bizi bizden fazla düşünmüştür,
çok eski bir mazimiz olduğunu, Hunların, Moğolların çocuğu olduğumuzu,
sekiz cilt halinde yazmış. De Guignes
İslamiyet’e, Osmanlı’ya düşmandır. Güya bizi Osmanlı’dan ve
İslamiyet’ten kurtarmak için Hunlarla, Moğollarla akraba yapmış.
Hakikatte bu, tarihen hiçbir zaman sabit olmamıştır. Ve Avrupa, onun
bizi kardeş yaptığı bu kavimleri lanetle yad eder. En son tarihler
Hunlardan ‘medeniyetin kendilerine yalnız harabeler borçlu olduğu
Hunlar’ diye bahseder. Medeniyet tahripçileri, yırtıcı, hunhar bir sürü
olarak bahseder.
De Guignes’den Süleyman Paşa (mason e.k.) bahsetmiştir. Eserinde De Guignes’den parçalar nakletmiştir. Süleyman Paşa De Guignes’yi nereden tanıdı? Nasıl tanıdı? Hangi karanlık kaynaktan geliyor De Guignes’yi tanıması? Belli değil. Ondan sonra Ziya Gökalp (mason e.k.)’in tavsiyesi ile Hüseyin Cahit
(dönme, mason e.k.) tercüme etmiş. Hunlarla, Tatarlarla, ismini
bilmediğimiz birçok milletlerle, Vizigotlarla, Ostorogotlarla vs.
tanımadığımız atalarımızla münasebetlerimizi De Guignes’den öğrendik.“[24]
“ Bir diğeri de Leon Cahun’dur. Leon Cahun
Yahudidir. “Asya Tarihine Giriş” diye bir kitabı var. Türkiye’de
milliyetçiliğin kaynağıdır bu kitap. Önsözünü tercüme ettim onun. Diyor
ki ‘Türkler hiçbir medeniyet kurmamışlardır. Kuramazlar da. Bilakis
yıkarlar. O kadar budaladırlar ki Çin medeniyeti ile uzun zaman temas
etmişler fakat bu medeniyeti bir türlü nakledememişlerdir. Düşünce
kabiliyetleri yoktur bunların. Sadece yıkmışlardır.’ Bu kitap Türk
milliyetçiliğinin Kur’an-ı Kerim’i oluyor. Bütün Türkçülerin üzerinde
birleştikleri isimlerin başlıcalarından biridir Leon Cahun. 19. asrın sonu, 20. asrın başında yaşamıştır. Vambery ise doğrudan doğruya casustu zaten.”[25]
"A Grammer of the Turkısh Language" (1816) çalışmasını III. Selim'e ithaf eden kişi ise bir İngiliz Yahudisi olan Arthur Lumley Davids’dir. "Kitab'ül İlm'in Nâfi" adıyla anılan ve Sultan Mahmut devrinde Fransızcaya da çevrilen bu genel Türk dilbilgisi, Türk aydınları üzerinde büyük bir tesir bıraktı.[26] (Daha sonra mason Ali Suavi, kendisini Türkçülük hareketinin öncüleri arasına sokan Ulûm gazetesindeki eski Türk tarihiyle ilgili yazılarını yazarken Arthur Lumley Davids'in bu kitabından yararlanmıştı.[27])
Türkçülüğün içinden yerlileri ve Rusya göçmenlerini ayırdığımızda iki unsur kalıyor.
İlki Macaristan’dır. Nitekim “Turan” davası Macar asıllıdır.
İkincisi Polonya’dan Osmanlı topraklarına göçüp zorunlu Müslüman olanlardır ki, biyografileri, Türkçülüklerinin Türk olmalarından önce olduğunu belirtmektedir. Galatasaray Sultanîsi'nin kuruluşunda rol oynayan Polonyalı Hayrettin ve Konstantin Borzencky ilk göze çarpanlardır.
Bütün
Türkçü Macar ve Polonyalılar’ın 1848 Devrimine katıldıkları ve devrimin
bastırılması üzerine Türkiye’ye sığındıkları not ediliyor. Rusya
bunların iadesini isteyince de Müslüman oluyorlar.(…)
Bu
iki kaynaktan gelen Türkçülük içinde milletten çok bir “siyaset” var ve
bu “siyaset”in kendini “Türkçülük” olarak kodladığını düşünebiliriz.(…)
Macaristan’daki Türkçü hareket içinde ve Polonya göçmenlerinin
bütününde bir “Yahudi etkisi” net şekilde görülüyor. Macaristan’da Vambery ve Polonyalı göçmenlerde Konstantin Borzencky bu etkinin temsili karakterleridir. (…) Yahudi asıllı olan Konstantine Borzencky (sonraki isim ve ünvanı Mustafa Celâleddin Paşa, ki Nazım Hikmet’in
anne tarafından dedesidir- e.k.) 1869’da "Les Turcs Anciens et
Modernes" adlı bir kitap yazarak Türklerin Ari olduğunu, İslamlaştıktan
sonra Sami medeniyetiyle birleşerek ana medeniyetlerinden ayrıldığını
iddia ediyordu. Eski Yunan ve Latin kaynaklarına dayanarak ilk çağ
kavimleri arasında Türklerin çok geniş bir yeri olduğunu iddia eden ve
filolojik bazı kayıtlara dayanan yazar, ilkçağın kökleri bilinmeyen
birçok kavimlerinin Türk kökünden geldiklerini söylüyordu. (…) Celalettin de tıpkı Cahun gibi bir jön’dür. Bu onların “devrimci milliyetçi” olduğuna işaret ediyor. Ancak ne Cahun’un ne de Celalettin’in
“ne milliyetçisi” olduğu saptanamıyor.Polonya’da, Macaristan’da
denedikleri, olmayınca Türkiye’ye yöneldikleri açıktır. (…)
İçeridekilerin hepsinin Siyonizmle ilişkisi var mı, bilemiyoruz. Ancak,
1908 tarihinin -bu Jöntürk devrimi demek oluyor- siyonizm açısından
önemli olduğu açıktır.[28]
“Dünya Siyonist Örgütü içindeki belli başlı akımlar, Herzl’in
Filistin’in akıbetini Osmanlı sultanıyla görüşmesi örneğinde olduğu
gibi, öteden beri kendilerine Filistin’in kapılarını açacak anahtarın
İstanbul’da olduğuna inanmaktaydılar. Ne var ki, II. Abdülhamid’in
rejiminde bu konuda somut bir başarı elde edilememişti. Durum 1908
Devrimi’yle değişti. Aynı kaynakta bildirildiğine göre bundan 3 yıl
sonra(1911) İstanbul’daki Yahudi gençlerinin yüzde 90’ı Siyonist
olmuştu.”[29]
…
“Yeni Osmanlılar’ın Polonya’dan da sıcak ilgi gördüğü belirtilmektedir. Berkes,
Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin nizamnamesinin yapılışında ve cemiyetin
propaganda faaliyetlerinin yürütülmesinde Polonyalı göçmenlerin
“yardımcı” olduğunu haber veriyor.[30] (…) Yeni Osmanlıların her adımda bunlarla karşılaşmasını rastlantı saymak yersizdir. Namık Kemal
ve arkadaşları Paris’e sürgüne geldiklerinde devrimci basın tarafından
alkışlanmışlardır. Türkçüler’in başyapıtı sayılan kitapların yazarı
Yahudi Leon Cahun, Namık Kemal ve arkadaşlarının buradaki karşılayıcısı olmuştur. Kemal, Cahun’un aracılığıyla Viyanalı Simon Deutsch (Yahudi) ile tanışıyor. Deutsch, Komün Devrimi’ne katılmış ve Marx’tan sonra Uluslararası İşçiler Birliği başkanı olmuştur. Ancak, komünist fikirlerini Namık Kemal’e hiç açmamış olmalıdır, çünkü böyle bir etki göremiyoruz. Namık Kemal’in yakını Deutsch’un, Paris Komününden önce 1867’de, Yeni Osmanlılarla yakınlığı olduğu ve İstanbul’da öldüğü de notlar arasındadır. Deutsch, Namık Kemal’in
yardımıyla geçirdiği İstanbul günlerinde de geriye “ihtilalci” bir
miras bırakmamayı tercih ediyor. Bu durumda ne düşünebiliriz?” [31]
Deutsch’un da yeni bir İsrail peşinde olduğunu düşünürsek hata mı etmiş oluruz?
…
Sonra Vambery, Abdülhamid’le Filistin pazarlığına giden Teodor Herzl’in de kılavuzudur ki, yaptığı her işin ötesinde hep bir siyonist olarak kaldığından şüphe yoktur.[32]
İlerleyen satırlarda göreceğimiz gibi, daha sonraları da Alman Yahudisi Aleksandr Helpland Parvus ortaya çıkacaktır.
İlginç
olan şudur ki, bunların hiçbirisi Türk değildir ve Türklükle
ilgilendikleri zaman aralığında Türklerde Türklüğe karşı bir ilgi
yoktur.
….
RUSYA VE TÜRKÇÜLÜK
“Şimdi Rusya’ya bakalım ve Rusya göçmeni Akçura’nın, “Türkçülük
hareketinin 1820 tarihlerine doğru İstanbul’da ortaya çıkmış olmasına
bir sebep de, o tarihlerde Doğu Türklerinin başına gelen felaketli
olaylarla Rusların genişlemesine karşı İngiliz siyasetinin bu olaylardan
Batı Türklerini haberdar kılmaya ve etkilemeye çalışması olmuştur”[33] sözlerinin izini sürelim.
Bu durumda Vambery ve Cahun’un
ön saflarında olduğu Türkçülüğün ortaya çıkması ile Rusya’nın
yayılmasını durdurmak arasında bir ilişki kurmak yadırganmamaktadır.
Vambery İngiliz casusu mudur?
Buna kesin şekilde evet diyebileceğimizi biliyoruz.
(…)Akçura’ya göre “Vambery, Reşit Efendi
adıyla ve derviş kıyafetiyle Orta Asya’da üç yıl dönüp dolaştıktan
sonra, yine İstanbul üzerinden Macaristan’a dönmüş ve oradan doğru
Londra’ya gitmiştir.” Yani sahte derviş, ilmi ve fenni incelemelerinin ürünlerini ilk önce Macarlara değil, İngilizlere sunmuştur.”[34]
Bunun anlamı ise gayet açıktır.
Demek ki ilgilerinin bir sebebi de budur, yani siyasidir.
Peki hepsi bu mudur?
…
“19.
Yüzyıl boyunca Rusya’da sadece Doğu Türkleri değil, 5 milyona yakın
Yahudi nüfus da felaketli günler yaşamaktadır. Türkçülük operasyonu
sırasında Rusya’da pogrom var ve Yusuf Basalel’in “Yahudi Tarihi”ne göre, Rusya dünya Yahudi nüfusunun yarısı olan 5 milyon Yahudi’yi barındırmaktadır. Bu
dönemde Çarlar Yahudi nüfusu çok sert bir baskı altında tutmaktadır.
Askerlik süresi Yahudileri asimile etmek için 25 yıla kadar
uzatılabilmektedir. Ele geçirilen topraklardaki Yahudilerin yer
değiştirmelerine izin verilmemektedir. Bu arada Yahudiler pogroma karşı
savunma milisleri oluşturmakta ancak bunlar savunma için yeterli
olamamaktadır.[35]
Yani İngilizlerin genişlemesini durdurmak istedikleri Rusya, Siyonizm için de büyük bir sorun haline gelmiştir. “[36]
Bu arada Vambery
bütün Orta Asya’yı derviş kıyafetiyle dolaşıp Türk kavmi aramaktadır.
Aradığı yer Rusya topraklarıdır ve bulunacak her Türk kavminin Rusya’yı
sıkıntıya sokması kaçınılmazdır.
Cahun ise gitmediği toprakları ve o toprakların insanlarını şehvetle yazmaktadır.”[37]
“Cahun-Vambery ikilisinin Rusya siyasetine karşı bir Osmanlı siyaseti geliştirdikleri açıktır.
Polonya ve Macaristan üzerinden yürütülen bu operasyonun önemli bir parçası, Rusya’nın kıyılarında, onu kemirecek bir etnik dalga yaratmaktır.
Asya içlerinde Türk aramanın başka nasıl bir açıklaması olabilir?
(…)
Hedef radikal olunca, Cahun-Vambery ikilisinin “Türkçülük” konusunda Yeni Osmanlılardan daha radikal olması da şaşırtıcı değildir.”[38]
Türklere
gösterilen bu 'akademik ilginin’ ardında siyasal hesaplar yatmaktadır:
Siyonizm karşıtlarını (Osmanlı ve Rusya) birbiriyle vuruşturarak
zayıflatmak; Rusya’daki Yahudileri bu Siyonist devletin kuruluşunu
şiddetle arzular hale getirmek, Osmanlıyı Filistin’den çıkartarak
kurulması planlanan İsrail devletinin önünü açmak…
Türkçülüğün, bir Yahudi hareketi olarak başlamasının nedeni bunlardır.
Ancak
bütün gayretlere rağmen 1890’lara kadar ne yazık ki Türkler henüz
Türkçü değildir ve Yeni Osmanlılar “Türk” soydaşlarına karşı oldukça
kayıtsızdır.
TÜRKÇÜLÜĞÜN OSMANLIDA ZEMİN BULMASI
“Osmanlı’da
Türkler'e yönelik ilgi 1890'larda başladı. Osmanlı İmparatorluğu'nun
son dönemlerinde Türk milliyetçiliğinin doğuşuna dışarıdan yapılan
katkılarda en önemli paya sahip olan, hiç şüphesizki yukarıda ismini
zikrettiğimiz Fransız Yahudisi yazar ve tarihçi Leon Cahun'dur. Leon Cahun'un “Asya Tarihine Giriş: Türkler ve Moğollar” adlı eserinin Necip Asım tarafından yapılan Türkçe çevirisi (1896) Türkçü hareketin dönüm noktalarından biri idi.”[39]
Necip Asım bu dönemde İkdam gazetesini de Türkçülüğün yayın organı haline getirmişti.[40]
Cahun'un
teorik olmaktan uzak "İntroduction a L'histoire de L'Asie: Turcs et
Mongols des Origines a 1405" başlıklı çalışmasında, Avrupa'ya uygarlığı
getiren ırkın Türk ırkı olduğu şatafatlı bir dille ileri sürülerek,
Turancılık yeniden ele alınmış ve bu düşünce, Yahudi Vambery gibi insanlar tarafından, o zamanın elit Türkleri arasında yayılmaya çalışılmıştır.
Ayrıca Cahun'un çalışması, Türkçülüğü popülarize etmek ve siyasal sahneye çıkararak resmi ideoloji haline getirmek açısından son derece önemli olmuştur.”[41] Daha önce Türkçe'de özel bir anlam taşımayan Turan kavramı Cahun'un eseri sayesinde yaygınlık kazanmıştır.
Ayrıca Cahun'un çalışması, Türkçülüğü popülarize etmek ve siyasal sahneye çıkararak resmi ideoloji haline getirmek açısından son derece önemli olmuştur.”[41] Daha önce Türkçe'de özel bir anlam taşımayan Turan kavramı Cahun'un eseri sayesinde yaygınlık kazanmıştır.
“1904'te (bir mason olan-e.k.) Yusuf Akçura'nın, Osmanlıcılık ve islamcılık akımlarına karşı Türkçülüğü savunan “Üç Tarz-ı Siyaset” adlı etkili kitapçığı yayımlandı.”[42]
Akçura kitabında özetle şu fikirleri dile getirmekte idi:
“-Avrupa, Osmanlıcılık düşüncesiyle Türkiye’yi tam bir koloni olarak kullanmak istemektedir.
- Başa getirilecek Türk olmayan hainler, Avrupa’nın her türlü malını ülkeye sokarak ekonomiyi öldürecek ve millet ezilmeye başlayacaktır.
- Azınlıkların devletin yönetimini ele geçirme çabalarının önü alınamamaktadır.(Bu amaçla 450 tane azınlık vakıf derneği bulunmaktadır.)
- Ülkenin üniter yapısını savunan sadece Türkler’dir. Vatanın bekası için Türklerin azminin artırılması ve teşviki zorunludur. Bu nedenle yönetimin baştan aşağı Türkleştirilmesi gerekir.
- Türklüğün ve Türk tarihinin İslamiyet’ten önce de var olduğu bilinmektedir.
- Rusya çok güçlü bir devlettir. Ancak yıkılamayacak bir kale değildir.”[43]
- Başa getirilecek Türk olmayan hainler, Avrupa’nın her türlü malını ülkeye sokarak ekonomiyi öldürecek ve millet ezilmeye başlayacaktır.
- Azınlıkların devletin yönetimini ele geçirme çabalarının önü alınamamaktadır.(Bu amaçla 450 tane azınlık vakıf derneği bulunmaktadır.)
- Ülkenin üniter yapısını savunan sadece Türkler’dir. Vatanın bekası için Türklerin azminin artırılması ve teşviki zorunludur. Bu nedenle yönetimin baştan aşağı Türkleştirilmesi gerekir.
- Türklüğün ve Türk tarihinin İslamiyet’ten önce de var olduğu bilinmektedir.
- Rusya çok güçlü bir devlettir. Ancak yıkılamayacak bir kale değildir.”[43]
II. MEŞRUTİYET DÖNEMİNDE TÜRKÇÜLÜK
Türkçülüğün
revaç bulması için dışarıdan yapılan bütün zorlamalara rağmen II.
Meşrutiyet’in ilan edildiği tarihe kadar hakim düşünce hep Osmanlıcılık
olmuştur.
Bu
çalışmaların akademik düzeyden siyasal düzeye çıkarak, devletin iç ve
dış politikalarının ideolojisi haline gelmesi 1908'den sonradır.
"...İmparatorluğun çöküşünden kaynaklanan "kimlik sorunu"nu, batı
kültürünün kendilerine sunduğu düşünce dağarcığı içinde çözmeye çalışan
ve Türk dilini, ırkını, tarihini keşfetmeye başlayan "aydınlar" (!)
resmi ideolojilerin yetersizliğini kavradıkları anda, temel ilkeleri Cahun'da bulunan Türkçülüğü bir siyasal programa dönüştürdüler".[44]
1908’e
kadar olan “çalışmalar siyasal bir söylem-hareket haline dönüşmemiş
olsa da, "Türklük-Türkçülük" alanında yapılan ilk çalışmalar olduğu için
daha sonraki Türkçülük çalışmalarına "kaynak" oluşturmuşlardır.
Örneğin, II. Abdülhamid döneminde
Türkçe'yi Osmanlıca'dan ayrı bir dil olarak ele alan ve Türk Tarihinin
Osmanlılar'dan başlamadığını, ondan önceki Türk kavimlerini de içermesi
gerektiğini ifade eden Ahmet Vefik Paşa (mason e.k.) ve "Büyük Türkçü" Süleyman Paşa(mason e.k.), 1908 ve sonrası Türkçüleri tarafından, amaçlarının öncüsü "iki Türkçülük Klavuzu" olarak kabul edilmişlerdir.”[45]
RUSYA’DAN GELEN TÜRKÇÜLER
Türkçülüğü esas olarak Rusya’da yaşayan Türkler geliştirmiştir.[46]
“Rusya'nın
Osmanlılara kıyasla Batı'ya daha açık olması, Türk toplulukların
Rusların yönetimi altına sonradan girmeleri, iyi kötü bir Müslüman
burjuvazinin varlığı vb. nedenlerle çarlık yönetimi altındaki Türkler
milliyetçi ideolojiyi Osmanlı Türklerine kıyasla daha erken bir dönemde,
1860'larda benimsemişlerdi. Başta Kırım ve Kafkasya olmak üzere
Rusya'dan Osmanlı ülkesine göç edenler burada Osmanlı olmayan Türkler
konusunda bir bilinçlenmeyi başlattılar. Gene de Türkçülük, parçalanmaya
yol açacağı korkusuyla milliyetçilik akımına karşı çıkan Osmanlı
aydınlarına uzun süre Orta Asya Türklerinin algıladıkları anlamı ifade
etmedi. 1893'de yayın hayatına giren ve kısa sürede İstanbul'un en çok
satan gazetesi haline gelen İkdam'ın ser levhasında Türk Gazetesidir
yazmasına rağmen, II. Meşrutiyet'in ilk yıllarında dahi “Türkçülük”
bilinçli olarak benimsenen bir fikir değildi.”[47]
Türkçülüğün kurucu kadrolarında sayabileceğimiz Yusuf Akçura (mason e.k.), İsmail Gaspıralı (mason e.k.), Ahmet Ağaoğlu (Kafkas
kökenli bir Yahudi'nin oğludur. Rus gizli servisinde çalıştı. 1914'de
Ruslar adına Bakü 'de Ermeni katliamını organize etti; mason e.k.) ve Ziya Gökalp
(mason e.k.) gibi aydınların hepsi de Türkçülüğü, bizzat Avrupalı
Türkologların çalışmalarından esinlenerek ve faydalanarak
geliştirmişlerdir. [48]
Cemil Meriç onların ruh halini şöyle özetliyor: “Rusya’dan
gelen Türkler, Osmanlı’ya hem dostturlar, hem düşman. Dostturlar, çünkü
aynı medeniyet camiası, aynı ruh iklimi içindeler. Düşmandırlar, çünkü
Osmanlı kendi dışlarında. Kırım’dan ayrıldıktan sonra onlarla bir
münasebetimiz kalmadı. Bu itibarla Türkler İslam medeniyetinde, İslam
faktörü üzerinde değil, daha çok Türk motifi üzerinde durmuşlardır. Ve
milliyetçi hareket, Türk Yurdu etrafında halkalanmış, Türk Yurdu
etrafında gelişmiştir. Yusuf Akçura, ayrıca -garip bir milliyetçimiz- Ağaoğlu Ahmet’i
anlatmak bütün Rusya’dan gelen Türkleri anlatmak için kafidir.
Prototipidir onların. Hepsi aynı vaziyetteler. Çünkü Rus terbiyesi
görmüşler, Rusya’da yetişmişler. Orada Türklük gururları kırılmış.
Burada yeni bir vatan bulmuşlar. Fakat bu vatanda söz sahibi olmak,
büyük söz sahibi olmak arzusuna kapılmışlar. Yusuf Akçura, biliyorsunuz, Tarih Kurumu’nun başkanı oldu Mustafa Kemal devrinde. Milletvekiliydi. Mustafa Kemal’in
çok sevdiği adamdı ve bütün emellerine sadakatle hizmet etti.
Osmanlı’nın yıkılışında onun büyük rolü vardır, hissesi vardır. ”[49]
“Rusya Türklerinden Kırım'lı İsmail Gaspıralı
(mason e.k.)’nın çıkardığı Tercüman gazetesi, tüm Rusya Türklerinin
kullanacağı ortak bir yazı dili oluşturmaya çalışıyordu. Bu dilin
belkemiğini Türkiye Türkçesi oluşturacak, ancak tarihi Türk
lehçelerinden de faydalanılacaktı. 1905 Rus Devrimi sırasında Gaspıralı,
Azerbaycanlı Ali Hüseyinzade (Turan) (İ.T. kurucusu, mason e.k.), Kazan Tatarları'ndan Yusuf Akçura (mason e.k.), Başkırt'lardan Zeki Velidi (Togan)
Nijni Novgorod kentinde Tüm Rusya Müslümanları Kongresi'ni topladılar
(15-28 Ağustos 1905). Kongre hareketinin diğer ünlü isimleri
Azerbaycanlı Ahmet Ağaoğlu (dönme, mason e.k.), Kazanlı Sadri Maksudi (Arsal) ve Hiveli Mustafa Çokayef (Çokay)
idi. Rusya’da 1906 devrim hareketinin başarısızlığa uğramasından sonra
bu kişilerin birçoğu Rusya dışına kaçtı. 1908 Jön Türk ihtilalinden
sonra da çoğu Türkiye'ye gelerek İttihat ve Terakki hareketi içinde yer
aldılar.”[50]
“1908'de "Türk diye anılan bütün kavimlerin geçmişteki ve günümüzdeki durum, etkinlik ve eserlerini öğrenmek ve öğretmek" amacıyla İstanbul'da Türk Derneği kuruldu. Derneğin kurucuları Yusuf Akçura, Necip Asım Yazıksız, Velet Çelebi (İzbudak), Rıza Tevfik (Bölükbaşı) ve İstanbul Üniversitesi profesörlerinden Agop Boyacıyan idi”[51] ve tamamı masondu.
“1911'de
yine İstanbul'da kurulan Türk Yurdu Cemiyeti, kültürel çalışmaların
yanısıra Orta Asya Türklerine yönelik doğrudan doğruya siyasi görüşler
de ileri sürdü. Mehmet Emin (Yurdakul, mason e.k.)’in önderlik ettiği cemiyetin kurucuları Yusuf Akçura (mason e.k.), Ahmet Ağaoğlu (dönme ve mason e.k.)ve Hüseyinzade Ali Turan (mason e.k.) gibi Rusya göçmenleri idi.” [52]
“Öte yandan, Selanik'te, Ömer Seyfettin (mason e.k.), Ali Canip (mason e.k.) gibi edebiyatçılar tarafından kurulan ve başlangıçta yalnızca dilde Türkçülüğü savunan "Genç Kalemler Dergisi", Ziya Gökalp (mason e.k.)'in katılımı ile birlikte kısa sürede Türkçülüğün ve Turancılığın yayın organı haline geldi.”[53]
“15 Mart 1912'de kurulan Türk Ocağı, Türkçü ve Turancı hareketin asıl odak noktası oldu.”[54]
“1912
Balkan Savaşı'nda Selanik'in Yunanlılar'da kalmasıyla birlikte bu elit
İstanbul'a yerleşerek, faaliyetleri ile buradaki Türk Milliyetçiliği
akımının önemli sözcüleri durumuna geldiler. (…) Milliyetçiliklerini
ırkçı-turancı temeller üzerinde inşa ettiler. (…) O dönemin önemli
Türkçü-Milliyetçilerine -Ziya Gökalp (mason e.k.), Mehmet Emin Yurdakul(mason e.k.), Halide Edip Adıvar(sabataycı e.k.), Ömer Seyfettin (mason e.k.) vd.- baktığımızda, Türklerin birliği düşüncesine ne denli rağbet ettiklerini görebiliriz.”[55]
“1912
ile 1930 yılları arasında bu örgüt, Türkiye'nin en etkili
siyasi/ideolojik düşünce merkezi olarak hizmet verdi. Türk Ocağı'nın
kurucuları arasında, yukarıda adı geçen kişilere ek olarak Zeki Velidi (Togan), Reşit Galip (mason e.k.), Ferit Tek (mason e.k.), Hamdullah Suphi (mason e.k.) ve Adnan Adıvar(sabataycı, mason e.k.) gibi isimler bulunuyordu.” [56]
İttihat ve Terakki Balkan savaşlarından sonra yoğun bir şekilde Türkçülüğe yöneldi. “23 Ocak 1913 Babıali Baskını ile iktidarı tamamen ve tek başına ele geçiren İttihat ve Terakkiciler, ilk iş olarak, benimsedikleri Türkçü-Milliyetçi ideoloji doğrultusunda kültür ve ekonominin Türkleştirilmesi politikasını uygulamaya başladılar.”[57]
İttihat ve Terakki Balkan savaşlarından sonra yoğun bir şekilde Türkçülüğe yöneldi. “23 Ocak 1913 Babıali Baskını ile iktidarı tamamen ve tek başına ele geçiren İttihat ve Terakkiciler, ilk iş olarak, benimsedikleri Türkçü-Milliyetçi ideoloji doğrultusunda kültür ve ekonominin Türkleştirilmesi politikasını uygulamaya başladılar.”[57]
“İttihat ve Terakki hareketinin "resmi" ideologu olan Ziya Gökalp, Turancı düşüncenin başlıca sözcüsü idi. Ziya Gökalp'in yanısıra, yine bir mason olan hikâyeci Ömer Seyfettin Turan fikrinin popülerleşmesine katkıda bulundu. Mason şair Mehmet Emin Yurdakul'un 1918'de “Turana Doğru” adıyla derlediği şiirler, Sabataycı Halide Edip'in “Yeni Turan” romanı, yine Ömer Seyfettin'in “Yarınki Turan Devleti” adlı risalesi, Fuad Köprülü'nün “Turan” başlıklı ilkokul okuma kitabı, 1913-1918 aralığında Turan fikrini yaydılar. “[58]
TÜRKÇÜLER ALMANLARIN KONTROLÜNE GİRİYOR
“İlk kez Türk Ocağı, millet
kavramından sadece siyasal aidiyetin anlaşılmayacağını dile getirdi ve
milleti sadece siyasal bağlılık temelinde kurmak isteyen Tanzimatçıların
“Osmanlı Milleti” projesini kıyasıya eleştirdi. Akçura, artık gönlünde yatanın Alman etnik milliyetçilik anlayışı olduğunu açıkça ifade etmeye başladı.”[59] Bu konuda bir çalışma yapan Orhan Gökdemir şöyle demektedir:
“Osmanlının son döneminde, ulusal bir bilinç yaratma konusundaki fikir çabalarına bakarsak, bunların
Batı’da aynı konulardaki kültürel ürünlere göre hazin bir fakirlik
içinde olduklarını görürüz. Osmanlı aydınları bu kültüre üniversalist
bir biçimde yaklaşamamışlar, savunma kompleksi ile hareket etmişler ve
farkına varmadan Batının en kötü ideolojisinin etki alanına
düşmüşlerdir. Cahun’da temel ilkeleri bulunan bu Türkçülük, siyasal
program halini alarak Alman pan-germen hareketinin bir aracı olmuş; Parvus(Yahudi) gibi Alman militarizminin ajanları Türkçülere yol göstermişler, Osmanlı ordusu Alman komutanlara teslim edilmiştir.”[60]
“I. Dünya Savaşı başlangıcında yayınlanarak (1914) İttihat ve Terakki yönetimi tarafından çeşitli dillere çevirilen “Türkler bu Muharebede Ne Kazanabilirler” adlı propaganda risalesinin yazarı Yahudi Munis Tekinalp (asıl adı Moiz Kohen), savaşın ana hedefinin Turan'ı kurtarmak olduğunu savunuyordu.”[61]
“Başlangıçta
sadece söylem düzeyindeki Turan düşüncesi, 1. Dünya Savaşı öncesinde
tamamen siyasal bir niteliğe büründü. Bu siyasal nitelik, Osmanlı
Devleti'nin iç ve dış politikasını oluşturdu. (…)
Çarlık
Rusyası'nı hedef alan Turan düşüncesi, yayılmacı Alman Emperyalizmi'nin
işine geliyor ve doğrudan doğruya Almanlar tarafından destekleniyordu.”[62]
“Birinci savaştan önce, Rusya bir taraftadır ve “siyonizmin koruyucu meleği” Almanya diğer tarafta.”[63] Bu
dönemde İttihat ve Terakki içinde güçlü bir hizip olan “Milliyetçilik”
desteklenmiş, Rusya’yı durdurma siyaseti öne çıkarılarak Osmanlı Rusya
karşısında ve Almanya’nın yanında savaşa teşvik edilmiştir.
Öyle ki; Osmanlı İmparatorluğu'nun dış politikasını oluşturan Turan düşüncesi, “M. A. Ağaoğulları'nın söylemiyle; "Alman Pan-cermen Hareketi'nin bir aracı durumuna indirgenmiş oldu."[64]
Yine aynı araştırmacının belirttiğine göre, Parvus[65] adıyla tanınan Alexandre Helphand (Asıl adı İsrael Helphand olan Yahudi) gibi Alman ajanlarının, Yusuf Akçura gibi Alman sempatizanlarının faaliyetleri, İttihat ve Terakki Partisi ile onun en popüler önderi Enver Paşa üzerinde olumlu etkiler bıraktı. Bunun üzerine Enver Paşa,
Çarlık Rusyası'nda yaşayan Türkler arasında propaganda ve örgütlenme
faaliyetlerini yürütmek için, Teşkilat'ı Mahsusa adında gizli bir örgüt
kurdu. (…) Alman Emperyalizmi'ne bağlı Turancılık, Balkanlar'daki
bozgunlarla moral olarak güçsüz düşmüş askeri kadrolara itici bir güç
verecektir."[66]
Bu işbirliği o kadar ilerledi ki, “1.
Dünya Savaşı çıktığında, Osmanlı İmparatorluğu izlediği dış
politikasının sonucu olarak tamamen Alman Emperyalizmi'nin yanında yer
aldı ve onun yenilgisi, kendi yenilgisi oldu...(…) Bu arada tabii
Rusya’daki “anti-semit” iktidar da bir iç ihtilalle yıkılmıştı.”[67]
ŞEYHLER, TEKKELER, SABATAYCILAR ve MASONLAR
“Türkçülük
hareketinin kaynağı, sadece Batı'dan gelen milliyetçilik akımı değildi,
“İttihad-ı İslâm” (Pan-İslâmizm) hareketinin de milliyetçi fikirlerin
yayılmasında değişik sebeplerle payı vardı. İslâm birliği fikrinin
öncülerinden olan Şeyh Cemaleddîn-i Efganî'nin[68] (mason e.k.) faaliyetleri de bu akımın hızlanmasına zemin hazırlamıştı.”[69] “Cemâleddîn-i Efgânî, İstanbulda bulunduğu sırada bâzı yazar ve şâirler üzerinde etkili oldu.”[70] “Efgani, hem Türkçü, hem İslamcı görünmeyi başarmıştır. “[71]
“Bilhassa Türkçülük ve İslâmcılık düşünceleri ile hareket edenler, ayrı
fikir ve inançta olmalarına rağmen onu hoca kabul etmişlerdir.”[72] “Mehmet Emin Yurdakul, Ziya Gökalp, A. Agayef hep Efgani’den destek görmüştür. Mesela M. Emin Yurdakul’un, “Ben bir Türküm, dinim cinsim uludur” şiirini Efgani çok beğenmişti.”[73] “O zamanki İslamcı Sebilürreşad dergisi, ırkçılığı tenkit eden makaleler neşrederken, ırkçılar da, Efgani’nin ırkçılığı öven makalesini tercüme edip yayınlayınca İslamcıların sesleri, solukları kesilmişti. Efgani,
makalesinde diyordu ki: ‘Irkçılık dışında saadet yoktur. İnsanları
birbirine bağlıyan iki bağ vardır: Biri dil, biri de din birliğidir. Dil
birliği, ırk ve milliyet birliği demektir. Şüphesiz, bu birliğin
dünyadaki beka ve sebatı dinden daha devamlıdır.’ Efgani, Mısır’da da Arap ırkçısıdır. ‘Arap ırkının sınırını belirleyecek ölçü din ve mezhep değil, Araplık ölçüsüdür’ demiştir. “[74] “Bu tavrı cemiyette ayrılıklara yol açmıştır. Cemâleddîn-i Efgânî’nin asıl gâyesi de budur. Hayâtına bakılınca, gidip gezdiği yerlerde dâimâ tefrikadan yana olmuş ve fitneler çıkarmıştır.” [75] Bu fitneciliği sebebi ile olmalıdır ki, Mimar Sinan adlı Mason dergisinde Afgani hakkında uzun bir övgü makalesi yayınlanmıştır.[76]
II. Abdülhamid Han, hatıratında diyor ki: “Hilafetin elimde olması İngilizleri hep tedirgin etti. Blund adlı bir İngiliz ile Efgani adlı bir maskaranın el birliği ile İngiliz hariciyesinde hazırladıkları bir plan elime geçti. Efgani’yi yakından tanırdım. Tehlikeli bir adamdı. Bana bir ara Mehdilik iddiasıyla bütün Orta Asya müslümanlarını ayaklandırmayı teklif etmişti. Derhal reddettim. Bu sefer Blund ile işbirliği yaptı. Kendisini İstanbul’a çağırttım. Bir daha İstanbul’dan çıkmasına izin vermedim.”[77]
II. Abdülhamid Han, hatıratında diyor ki: “Hilafetin elimde olması İngilizleri hep tedirgin etti. Blund adlı bir İngiliz ile Efgani adlı bir maskaranın el birliği ile İngiliz hariciyesinde hazırladıkları bir plan elime geçti. Efgani’yi yakından tanırdım. Tehlikeli bir adamdı. Bana bir ara Mehdilik iddiasıyla bütün Orta Asya müslümanlarını ayaklandırmayı teklif etmişti. Derhal reddettim. Bu sefer Blund ile işbirliği yaptı. Kendisini İstanbul’a çağırttım. Bir daha İstanbul’dan çıkmasına izin vermedim.”[77]
Efgani, Mısır'da Şeyh Muhammed Abduh'u[78] (ki o da bir mason idi - e.k.), şimal Türkleri arasında da Ziyaeddin bin Fahreddin'i yetiştirmiştir.[79]
…
“Osmanlı
İmparatorluğu’nun son yüz yılı içerisinde bazı tekkeler ile istihbarat
örgütleri iç içe olmuştur. Bu tekkelerin bir kısmı Osmanlı
İmparatorluğu’nun tüm yeniliklerine karşı çıkarak İmparatorluğu zayıf
düşürmüş ve çöküşü hızlandırmıştır. Tekkelerin,
İmparatorluğun çöküşünü hızlandıran bir başka etkileri de Osmanlı’ya
karşı bağımsızlık mücadelesine giren halkı tahrik etmeleri olmuştur.”[80]
Bu
dönemlerde dünyanın süper gücü İngiltere idi. İngiliz istihbaratı o
dönemde tarikatlara büyük önem vermiş ve Osmanlı sınırları dahilindeki
tekkelere sirayet ederek kullanmıştır. Çünkü tarikatlerdeki hiyerarşik
yapı yeryüzündeki en disiplinli yapılardır. Şeyh ne derse tüm tekke
mensupları şeyhin dediğini sorgulamadan itaat eder. Böyle bir yapıya
devletlerin ve o devletler üzerine hesapları olan örgütlerin kayıtsız
kalmaları elbetteki mümkün değildir.[81]
...
Yahudiler
ve masonlar Osmanlı’da, ekonomiden politikaya ve eğitime kadar birçok
alanda etkin olmalarının yanısıra sünni ve alevi tarikatlarının içine de
sızmışlardı.
“Özellikle
Mevlevi, Melami ve Bektaşi tekkelerinde 19. yy.dan itibaren
Sabataycıların şeyh, mürşid, dede, dedebaba gibi en üst makamlara kadar
ulaştıklarını görüyoruz. Sabatay Sevi
müslüman olduktan sonra bağlılarına ‘müslümanların görünürdeki adet ve
geleneklerine riayet etmelerini’ öğütlemiştir. Bu da onların kendilerini
en rahat ifade edebilecekleri çeşitli tarikatların dergah, hanekah,
tekke ve zaviye gibi mekanlarına rağbet etmelerine yol açmıştır. Merkezi
Selanik olan bu cemaatin Selanik’te özellikle Mevlevi ve Bektasi
dergahlarında yoğunlaştıklarını görüyoruz. (…) Ilgaz Zorlu, Sabataycı cemaatlerin İslam mutasavvıflarıyla ilişkilerinin özellikle İstanbul, İzmir ve Selanik’te yoğunlaştığını belirtiyor.[82]
İstanbul da Yenikapı Mevlevihanesi, Kasımpaşa Mevlevihanesi, Aziz
Mahmud Hüdai’nin Üsküdar’daki dergahı Sabataycıların etkin olduğu
dergahlar olarak dikkat çekmektedir. Yahudi mistizmi olarak tanımlanan
Kabbala öğretisine dayanan Sabataycı yorum, İslamın gevşek mistik yorumu
olarak Mevlevilik, Bektaşilik ve Melamilik ile paralellikler arz eder
ve ortak buluşma noktaları bulur. Sabataycı asıllı Yunan yazar Starolakis,
“Salonika, Jews and Dervishes” isimli kitabında Yahudi-Sabataycı
kökenden olup Selanikteki dergahlarda etkili olan ve hatta bir kısmının
uzantıları İstanbul’a kadar gelen dönme şeyhlerden bahsediyor. Bunlardan
biri de müflis işadami Halil Bezmen’in dedesi Esad Efendi’dir. Esad Efendi
1920’lerde Kasımpaşa Mevlevihanesi’nin şeyhidir. Ankara Bektaşi
Dergahı’nın şu andaki Dedebabası yani şeyhi de Sabataycıdır. Yine
Dedebabalardan Bedri Noyan da Yahudi dönmesidir (Tv program yapımcı ve sunucu Engin Noyan’ın ağabeyidir).”[83]
…
“II.
Meşrutiyet sonrası dönemde özellikle Bektaşî tarikatı mensupları,
Halifelik konusunda "Şiîlerin imamlık ilkesine daha yakın olmaları" ve
Tanzimat öncesi yaşadıkları bazı olaylar sebebiyle İttihat ve Terakki
hareketine destek vermişlerdir. Zaten bazı Jön Türkler Bektaşî, bazıları
da (Talât Paşa, Rıza Tevfik, Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi gibi) hem Bektaşî, hem de masondu.”[84]
…
Dikkat
çeken diğer bir ocak da Üsküdar’daki Özbekler Tekkesidir. Bu Tekke
Nakşibendiliğin Halidî kolundan... Eskiden beri çift taraflı istihbarat
ilişkilerinin içinde olduğu iddia edilmektedir.
“Buhara'da
doğarak 1847'de İstanbul'a gelen ve Özbekler Tekkesi'ne Şeyhi olan
Türkçülerin pek değer verdikleri ve öncülerden saydıkları Süleyman Efendi
1877'de bir heyetle Macaristan'a gitmiş ve 1882'de meşhur Çağatay
Lûgatı'nı neşretmiştir. İçinde 8 bin kadar kelime bulunan sözlük, Nevâî, Ahmet Yesevî ve Munis'in şiirlerinden seçilen örneklerle süslenmiştir. Şeyh Süleyman Efendi Çağatay Türkçesi ve Osmanlı Türkçesinin bir büyük dilin iki kolu olduğunu ve birliğini belirtmiştir.”[85]
“Özbekler tekkesinin ilginç girift ilişkileri vardı. İngiliz belgelerine göre Özbekler Tekkesi postnişini Şeyh Süleyman Efendi (1821-1890), konuk olarak dergaha gelen kişilerden topladığı istihbaratı, ingiliz büyükelcisi Henry Layard’a para karşilığı veriyordu ( Tarih ve Toplum Dergisi Nisan 1992 s.12-16)”[86] Nitekim araştırmacı Azmi Özcan da konuyla ilgili olarak arşiv belgelerine dayanarak yaptığı çalışmada Süleyman Efendi’nin ajanlığını açıkça ifade etmektedir.[87]
Öte yandan Süleyman Efendi’nin Yahudi kökenli Macar Osman Paşa ailesi ile yakın ilişkide olduğu, aynı aileyle İngiliz ajanı Yahudi Vambery’nin de içli dışlı olduğu, Osman Paşa’nın kızı şaire Nigar Hanım’ın hatıralarında dile getiriliyor. Bu bağlantılar da ayrıca incelemeye değerdir.
“Özbekler Tekkesi’nin görünümü Milli Mücadele yıllarında da karışıktır. Tekke,
Kurtuluş Savaşı'nda İstanbul'dan Anadolu'ya sandıklarla silah ve
cephane sevkiyatının yapıldığı tekkedir. Milli Mücadele'ye katılmak için
Anadolu'ya geçeceklerin buluşma ve dağıtım noktası, Anadolu ile
İstanbul arasında bir haberleşme merkezi idi.(…) Tekkenin son şeyhi Ata Efendi
bir Sabataycı, yani dönme idi. Ata Efendi Kuva-yı Milliye hareketine
destek vermiş; Amerikan mandacısı Karakol Cemiyeti'ne üye olarak
İstanbul'dan Anadolu'ya silah kaçırılmasında, gönüllülerin Anadolu'ya
kaçmasında tekkenin önemli bir rol üstlenmesini sağlamıştı.” [88]
“Tekke,
işgal yıllarında tam bir materyalist (mistisizimden uzak) yapılanma
içerisinde faaliyet gösteriyordu. Tekkenin en önemli müdavimleri
arasında İngilizler de vardı. Rivayet odur ki, tekke, para karşılığı
İngilizler’e istihbarat da servis etmişdir.”[89]
Zaten geçmişinde böyle bir sabıkası vardır Özbekler Tekkesinin.
“Özbekler’e yolu düşmemiş Millî Mücadele kahramanı yok gibi.”[90] Anlatılanlara göre Tekke’nin Mustafa Kemal’in Samsun’a gidişinde de büyük etkisi vardır.”[91]
“Mustafa Kemal
ve arkadaşlarının Samsun'a gitmesine izin veren İngiliz belgesinin
altında 1919'da İstanbul'a gelen, başta Özbekler Tekkesi olmak üzere
bazı dergahlarla –güya- tasavvuf düşüncesini öğrenmek için ilişki kuran John Godolphin Bennett'in imzası vardı. Yıllar sonra İstanbul'a dönen Bennett ilk olarak yine Özbekler Tekkesi'ni ziyaret etti.
Ne anlama geliyor bu?
Hani Mustafa Kemal gizlice Samsun'a gitmişti!
Kurtuluş
Savaşı'nı destekleyen Amerikancı Karakol Cemiyeti de burada; İngiliz
istihbaratçılar da... Biz Kurtuluş Savaşı'nı İngilizlere karşı vermemiş
mi idik? Vahdettin, Mustafa Kemal'i İngilizlere karşı vatan müdafaası için Samsun'a göndermiyor mu idi? Bu İngiliz kaşesi de ne oluyor?”[92]
Görüldüğü gibi durum epeyce karışık.
Ancak Ata Efendi’nin
33. dereceden bir mason olduğunu, tekkeyle ilişki kuranların da
neredeyse tamamının mason olduğunu söylersek her şey bir anlam kazanır.
“Bir şeyhin, masonluk gibi uluslararası karanlık bir yapılanma içerisinde yer alması çok ilginç değil mi!
Daha da enteresanı Aytunç Altındal’ın, dünyanın en eski ve tehlikeli yeraltı cemiyeti İlluminati üyeleri arasında ismini teşhis edip ifşa ettiği 3-5 kişiden birinin de ilginçtir ki Özbek Tekkesi Şeyhi Ata Efendi olmasıdır.”[93]
…
Bir prototip olması itibarıyla Özbekler Tekkesi’nin izini sürmeye devam edelim…
Şeyh Ata Efendi’nin kardeşi Münir Ertegün’dür. Anneleri Şeyh İbrahim Edhem Efendi'nin kızı Ayşe Hamide hanımdır.[94]
“Münir Ertegün İstanbul Hükümeti tarafından Ankara Hükümeti'yle görüşmeler yapması için Anadolu'ya gönderilen Ahmet İzzet Paşa heyetinde görevliydi.”[95]
“Ve daha sonra Ankara'da kalmış, ardından Lozan Konferansı'na katılan
Türk delegasyonunda hukuk danışmanı olmuş, ardından da ABD'de 11 yıl
Türkiye'nin büyükelçilik görevlerinde bulunmuştur.”[96]
“Dünya Savaşı ile başlayan Türkiye-ABD yakınlaşmasının mimarı olarak kabul edilen Münir Ertegün, ABD Başkanlarından Franklin Rooseveld ve Truman’la ailece görüşecek kadar yakın bir ilişki içerisindedir.”[97]
Washington'da 1944 yılında ölen Münir Ertegün'ün kemikleri 1946'da, ünlü Missouri Zırhlısı ile İstanbul'a getirilerek Özbekler Tekkesi'nde dedesi Şeyh İbrahim Edhem Efendi’nin bulunduğu kabristana defnedilmiştir.[98]
“1972'de İstanbul'da vefat eden Münir Ertegün'ün eşi Hayrünnisa Hanım ile 1989'da New York'ta vefat eden oğlu Nasuhi Ertegün de bu tekkedeki mezarlığa defnedildi.”[99]
Münir Bey’in diğer oğlu ABD’de yaşayan ve birkaç yıl önce ölen ünlü müzik adamı, 500. Yıl Vakfı’nın kurucusu[100], üst düzey mason Ahmet Ertegün de Özbekler Tekkesi’nde toprağa verilmiştir.[101] “Ahmet Ertegün'ün eşi Macar göçmeni bir Yahudi ailesinin kızı Mika Ertegün[102] olduğunu belirtmemiz de açıklayıcı olacaktır.
Özbekler
Tekkesi “Kurtuluş Savaşı'ndaki katkılarından ötürü” 1925'te çıkan Tekke
ve Zaviyeler Kanunu'ndan etkilenmedi. Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne
bağlanarak 1994'te restore ettirilen ve sonrasında açılışı Henry Kissinger tarafından yapılan tekke halen "Münir Ertegün Vakfı" ismiyle bir kültür merkezi olarak faaliyetlerini sürdürüyor. Vakıf Ahmet Ertegün’ün kızkardeşi Selma Göksel tarafından yönetiliyor.[103]
(Ek bilgi olarak bugüne kadar sayısız başarılı reklama imza atan Ali Taran’ın da Ata Efendi’nin torunlarından olduğunu ekleyelim. Ata Efendi, Taran’ın anne tarafından dedesidir).[104]
…
Bu kısa flash backten sonra Osmanlı’nın son dönemindeki tabloyu kısaca özetleyelim:
- Devletin tüm kadroları masonların kontrolündedir,
- Ordu ve iletişim masonların kontrolündedir,
- Bir Yahudi enjeksiyonu olan hakim ideoloji Türkçülük masonların kontrolündedir,
- Dini otorite (şeyhülislamlık) masonların kontrolündedir.
…
GELECEK BÖLÜM: MİLLİ MÜCADELEYE DOĞRU
NOTLAR:
[4] Anti-Network Rothschild: Soros’un Ağababası, Fabrika Dergisi, Temmuz 2005
[5] Documents and readings in the History of Europe since 1918, Walter C. Langsam, sf. 377
[6] Ayşe Hür, 90 Yıldır Kanayan Yara:Filistin(2),Taraf, 07.01.2009
[7] Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceğiyle Hilafet, Sebil Yayınları, İstanbul-1993,sh:190
[8] Ayşe Hür, 90 Yıldır Kanayan Yara:Filistin(2),Taraf, 07.01.2009
[9] Prof.Dr. Ekrem Buğra Ekinci, Saultan Hamid’in Tahtına Mal Olan Filistin, Türkiye, 19/08/2009
[10] Mayer Amschel Rothschild maddesi, tr.wikipedia.org
[11] Filistin (Siyonizm ve Osmanlı),dallog.net
[12] Türkiye’de Yahudi Lobiciliği, vahdet.com
[13] Kerem Dağlı, Milliyetçilik, Irkçılık ve “Türklük” Kavramı Marksist Tutum dergisi, no: 35, Şubat 2008
[14] Pierre Loti, Aziyade, s. 111’den nakleden Doç.Dr. Galip Baldıran, Pierre Loti'nin Aziyade'sinde Osmanlı Başkentine Tarihsel Bir Bakış, Hacettepe Omversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi Cilt: 17, Sayı:1, Sh:23.
[15] Sacit Kutlu, İkinci Meşrutiyet Dönemi'nin Düşünce Akımları,OB müze.com
[16] Prof.Dr. Rıza Filizok,Mmillî Edebiyat Dönemini Hazırlayan Tarihî ve Kültürel Olgulara Genel Bir Bakış, www.ege-edebiyat.org
[17] Batı İdeolojisi, Irkçılık ve Ulusal Kimlik Sorunumuz,www.genbilim.com
[18] Sacit Kutlu, İkinci Meşrutiyet Dönemi'nin Düşünce Akımları,OB müze.com
[19] Batı İdeolojisi, Irkçılık ve Ulusal Kimlik Sorunumuz,www.genbilim.com
[20] Batı İdeolojisi, Irkçılık ve Ulusal Kimlik Sorunumuz,www.genbilim.com
[21] Batı İdeolojisi, Irkçılık ve Ulusal Kimlik Sorunumuz,www.genbilim.com
[22]Batı İdeolojisi, Irkçılık ve Ulusal Kimlik Sorunumuz,www.genbilim.com
[23] Batı İdeolojisi, Irkçılık ve Ulusal Kimlik Sorunumuz,www.genbilim.com
[24] Cemil Meriç, Cemil Meriç ile söyleşi Cogito, sayı: 32, 2002.
[25] Cemil Meriç, Cemil Meriç ile söyleşi Cogito, sayı: 32, 2002.
[26] Prof. Dr Orhan Türkdoğan, “Biz kimiz?” Gerçeğine Sosyolojik Bir Bakış, 2023 Aylık Dergi,Temmuz 2005
[27] Prof.Dr. Rıza Filizok,Millî Edebiyat Dönemini Hazırlayan Tarihî ve Kültürel Olgulara Genel Bir Bakış, www.ege-edebiyat.org
[28] Orhan Gökdemir,Türkçülüğün Kökenleri ya da Milli Türkçülüğe Giriş, Fabrika, Aralık 2005, sh: 6 v.d.
[29] Orhan Gökdemir,Türkçülüğün Kökenleri ya da Milli Türkçülüğe Giriş, Fabrika, Aralık 2005, sh:15
[30] Berkes, Niyazi. Türkiye’de Çağdaşlaşma. Doğu-Batı Y. İstanbul. Sh. 279
[31] Orhan Gökdemir,Türkçülüğün Kökenleri ya da Milli Türkçülüğe Giriş, Fabrika, Aralık 2005, sh:7
[32] Orhan Gökdemir,Türkçülüğün Kökenleri ya da Milli Türkçülüğe Giriş, Fabrika, Aralık 2005, sh:9
[33] Akçura, Yusuf. Türkçülüğün Tarihi. Kaynak Y. İstanbul 1988. s.41.
[34] Orhan Gökdemir,Türkçülüğün Kökenleri ya da Milli Türkçülüğe Giriş, Fabrika, Aralık 2005, sh:8-9
[35] Basalel, Yusuf. Yahudi Tarihi. İstanbul 2000. s.84.
[36] Orhan Gökdemir,Türkçülüğün Kökenleri ya da Milli Türkçülüğe Giriş, Fabrika, Aralık 2005, sh:8
[37] Orhan Gökdemir,Türkçülüğün Kökenleri ya da Milli Türkçülüğe Giriş, Fabrika, Aralık 2005, sh:9
[38] Orhan Gökdemir,Türkçülüğün Kökenleri ya da Milli Türkçülüğe Giriş, Fabrika, Aralık 2005, sh:9
[39] Türkçülük,www.wikipedia.org
[40] Prof. Dr. Rıza Filizon, Millî Edebiyat Dönemini Hazırlayan Tarihî ve Kültürel Olgulara Genel Bir Bakış, www.ege-edebiyat.org
[41] Derya Güneyli, Türk Milliyetçiliği, Sosyalist Barikat, Nisan 2000, Sayı:5
[42] www.tr.wikipedia.org
[43] Fuat Uçar, Türkçülüğün Manifestosu, Osmanlıcılık-İslamcılık-Türkçülük, Fark Yayınları-2008
[44]
M.A. Ağaoğulları, "Geçiş Sürecinde Türkiye" S. 193’den nakleden Derya
Güneyli, Türk Milliyetçiliği, Sosyalist Barikat, Nisan 2000, Sayı:5
[45] Derya Güneyli, Türk Milliyetçiliği, Sosyalist Barikat, Nisan 2000, Sayı:5
[46] Gencay Saylan, “Milliyetçilik deolojisi ve Türk Milliyetçiligi”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye
Ansiklopedisi, C. VII, stanbul, letisim Yayınları, 1983, s.1948.
[47] Sacit Kutlu, İkinci Meşrutiyet Dönemi'nin Düşünce Akımları,OB müze.com
[48] Kerem Dağlı, Milliyetçilik, Irkçılık ve “Türklük” Kavramı Marksist Tutum dergisi, no: 35, Şubat 2008
[49] Cemil Meriç, Cemil Meriç ile söyleşi Cogito, sayı: 32, 2002.
[50] Türkçülük,www.wikipedia.org
[51] Turancılık,www.wikipedia.org
[52] Turancılık,www.wikipedia.org
[53] Derya Güneyli, Türk Milliyetçiliği, Sosyalist Barikat, Nisan 2000, Sayı:5
[54] Turancılık,www.wikipedia.org
[55] Derya Güneyli, Türk Milliyetçiliği, Sosyalist Barikat, Nisan 2000, Sayı:5
[56] Turancılık,www.wikipedia.org
[57] Derya Güneyli, Türk Milliyetçiliği, Sosyalist Barikat, Nisan 2000, Sayı:5
[58] Turancılık,www.wikipedia.org
[59] Sacit Kutlu, İkinci Meşrutiyet Dönemi'nin Düşünce Akımları,OB müze.com
[60] Orhan GÖKDEMİR, Türkçülüğün Kökenleri ya da Milli Türkçülüğe Giriş,Fabrika Dergisi, Aralık 2005
[61] Turancılık,www.wikipedia.org
[62] Derya Güneyli, Türk Milliyetçiliği, Sosyalist Barikat, Nisan 2000, Sayı:5
[63] Orhan Gökdemir,Türkçülüğün Kökenleri ya da Milli Türkçülüğe Giriş, Fabrika, Aralık 2005, sh:12
[64] Derya Güneyli, Türk Milliyetçiliği, Sosyalist Barikat, Nisan 2000, Sayı:5
[65] Alman
Yahudisi Alexandre Helpland Parvus Rusya’da 1905 Devrimi başarısız
olunca, 1910 yılında Türkiye’ye gelip hem İttihat ve Terakki’ye, hem de
Türkçü akıma desteğini sunar. Rus muhalif çevreleri ile ilişkisinin
sadece bir devrim hizmeti olmadığı Parvus’un bu operasyonunardından
birdenbire zengin olmasından bellidir. Bu büyük hizmeti karşılığında
Almanya’dan Türkiye’de vagon ticareti, Avrupa’da kömür ve çelik işleri
tekeli alıyor. Büyük servet ediniyor. Almanya-Rusya ve Türkiye arasında
dolaşan bu adam, başlangıçta Rus devrimci hareketinin önde gelen
simalarından biri. Iskra’nın ve Arbaiter Zeitung’un başyazarı. Weimar, Cumhurbaşkanı
Ebert’in akıl hocası. Parvus’un bir de Fransızca olarak yayınlanan
Jeune Turc adlı bir derginin yazarı olduğunu öğreniyoruz.
Türkçü
Celal Nuri (dönme, mason) ve Ahmet Ağaoğlu(dönme,mason) bu derginin
yazarları arasındadır ve kaynaklarda gazetenin sahibinin Sami Hirtzberg
veya Günzberg adlı bir Musevi olduğu not edilmektedir. Bir başka kaynak ise Le Jeune Turc’un, İbranice Ha-Mevaser ile birlikte siyonistler tarafından yayınlandığını haber vermektedir.
Troçki’nin
deyişiyle “daima garip ve kararsız bir hal” sergileyen bu adam, Alman
Ordusu ile de gizli kapaklı işler çeviriyordu. Payının ne kadar olduğunu
bilemiyoruz; Rus rejimi bir ihtilalle yıkıldı ve Osmanlı’da iktidar
değişimi sağlandı. İki ülkenin kaderi de Yahudi siyasetinin öngörüsü
doğrultusunda gelişti. Rusya’dan üçüncü Aliya dalgası başladığında,
Filistin artık Osmanlıların değildi.
[66] Derya Güneyli, Türk Milliyetçiliği, Sosyalist Barikat, Nisan 2000, Sayı:5
[67] Derya Güneyli, Türk Milliyetçiliği, Sosyalist Barikat, Nisan 2000, Sayı:5
[68] İran
Esedâbâd doğumlu Cemaleddin Efganî, İngiliz belgelerine göre “tanrıya
inanma” şartı koşan İskoç Mason Locası’na üye iken, buradan
“tanrısızlık” ithamıyla kovulmuş, o da “tanrı tanımazlık”ın makbul
sayıldığı Fransız Grand Orient Locası’na reis olmuştur. Efgani, aynı
zamanda Kahire Mason locasını kurdu ve oranın reisi oldu... (Muhammed Reşad, Cemaleddin Efgani Hakkında Makaleler, İstanbul 1996, s. 21)
Ahmet
Davudoğlu “Din Tahripçileri” adlı kitabında onun için şöyle
yazmaktadır: “1355 numara ile Şarkın Yıldızı Locası’na kayıtlı bir mason
olan, İslâm’a duyduğu güvensizliği açığa vurmaktan çekinmeyen ve
Peygamberlik sanatlardan bir sanattır diyen Efgani, bir ilim adamı
değil, siyasetle uğraşan bir nankördür. Fesatçılığı sezilince ulema
tarafından İstanbul’dan kovulmuş, Mısır’a kaçmıştır.”
[69] Prof. Dr. Rıza Filizok, Millî Edebiyat Dönemini Hazırlayan Tarihî ve Kültürel Olgulara Genel Bir Bakış, ege-edebiyat.org, sh:3
[70] ansiklopedi.turkcebilgi.com/Cemaleddin_Efgani
[71] Cemaleddin Efgani, www.dinimizislam.com
[72] ansiklopedi.turkcebilgi.com/Cemaleddin_Efgani
[73] Cemaleddin Efgani, www.dinimizislam.com
[74] Cemaleddin Efgani, www.dinimizislam.com
[75] ansiklopedi.turkcebilgi.com/Cemaleddin_Efgani
[76] Mimar Sinan dergisi, sayı: 127, Mart 2003
[77] Bkz. Abdulhamid Han, Sultan Abdulhamidin Hatıra Defteri (Haz. İsmet Bozdağ), İstanbul 1986 (8. Baskı), Pınar Yay. S. 73
[78] Efgani’nin
talebesi olan Muhammed Abduh Mısır doğumlu. Abduh gibilerinin kimler
tarafından destek gördüğüne dair zamanında İngiltere’nin Mısır sömürge
valisi Lord Cromer’in söylediği şu söz ibretliktir: “Kuşkusuz İslâmî
reformist hareketin geleceği Şeyh Muhammed Abduh’un çizdiği yolda ümit
vaad ediyor. Ve o yolun yolcuları Avrupa’nın her türlü yardım ve
teşviklerine lâyıktırlar”. Abduh, Osmanlı’ya karşı Urabi veya A’rabi
Paşa isyanında elebaşı ve fetvacıbaşı rolü de üstlenerek Mısır’ın
İngiliz birlikleri tarafından 1882 yılında işgal edilmesine ciddi
katkılar sağladı. Efganî’nin reisliğini yaptığı Kahire Mason Locası
üyeleri, İngilizlerle işbirliği hâlinde faâliyette bulunuyordu. Bu
yüzden Abduh’a üç yıllık sürgün cezası verildi.
[79] Prof. Dr. Rıza Filizon, Millî Edebiyat Dönemini Hazırlayan Tarihî ve Kültürel Olgulara Genel Bir Bakış, www.ege-edebiyat.org
[80] Mustafa Özdemir, Tarikat Örgüt İlişkileri, www.muvazene.com
[81] Mustafa Özdemir, Tarikat Örgüt İlişkileri, www.muvazene.com
[82] Ilgaz Zorlu, Evet, Ben Selanikliyim, S.40-41
[83] Gültekin Zoroğlu, Türkiyedeki Yahudiler ve Sabataycılar, Hicran Dergisi, www.hicrandergisi.com/Version6/content/view/65/62/
[84]
RAMSAUR (l942), Ernest Edmonson. "The Bektashi Dervishes and The Young
Turks", Moslem World, c. XXXII, Ocak l942, s. 7-l4. den nakleden
www.turkleronline.com
[85] Geçmişten Günümüze Türk Milliyetçiliğinin Tarihi Gelişim Süreci, www.y-tm.com
[86] Soner Yalçın, Efendi 2, s:49
[87] Azmi Özcan, “Özbekler Tekkesi Postnişini ", Tarih ve Toplum, no. 100, Nisan 1992.
[88] Abdurrahman Dilipak, Özbekler Tekkesi’nin Sırrı, Vakit Gazetesi, 22/12/2006
[89] Mustafa Özdemir, Tarikat Örgüt İlişkileri, www.muvazene.com
[90] Mustafa Özdemir, Tarikat Örgüt İlişkileri, www.muvazene.com
[91] Abdurrahman Dilipak, Özbekler Tekkesi’nin Sırrı, Vakit Gazetesi, 22/12/2006
[92] Abdurrahman Dilipak, Özbekler Tekkesi’nin Sırrı, Vakit Gazetesi, 22/12/2006
[93] Mustafa Özdemir, Tarikat Örgüt İlişkileri, www.muvazene.com
[94] Soner Yalçın, Efendi 2, İstanbul-2006
[95] Oray Yeğin, Ahmet Ertegün Ne kadara Türk’tü, Akşam, 12.03.2009
[96] Abdurrahman Dilipak, Özbekler Tekkesi’nin Sırrı, Vakit Gazetesi, 22/12/2006
[97] Mustafa Özdemir, Tarikat Örgüt İlişkileri, www.muvazene.com
[98] Ehmet Akif Ak,Bir Başka Ertegün Portresi, Yeni Şafak, 07.01.2007
[99] Erdal Şafak, Ahmet Bey ve Babası, Sabah, 09.07.2006
[100] Kardeşinin külleriyle aynı mezara kondu!, yenicağ gazetesi,29.12.2006
[101] Zaman,19.12.2006
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder