28/01/2010
- Anlatacağım.
Konuşmalarda hedef Mahmut Esat Bey'di. Gazi konuşanların maksadını
biliyordu. Biliyordu ama görmezlikten geliyordu. Nihayet konuşmalar
(masonluğu) daha kötüleyici bir hal alınca Gazi elini masaya vurarak
- Biliyor musunuz , ben de mason oldum, dedi ve konuşmasına şöyle şöyle devam etti:
- Bir gün iki arkadaşımla geziyorduk. Bunlardan biri beni kolumdan tutup, önünden geçtiğimiz mason cemiyetine soktu. Hatırladığıma göre mermer merdivenlerden aşağı indik. Karşımıza bir salon çıktı. Orada tanımadığım kimseler bizi oturttular, kahve ikram ettiler. Tekrar kalktık, gene merdiven indik, gene bir salona geldik. Burası daha geniş ve kalabalıktı. Bir takım adamlar kılıçlı bir merasim yapıyorlardı. Ben gördüklerimden hiç ama hiçbir şey anlamıyordum. Arkadaş herhalde biliyordu. Beni kolumdan tutmuş, bir bakıma talimat veriyordu. Zannedersem kılıçların arasından geçip bir kitaba el bastık. Ondan sonra dışarı çıktık. İşte benim masonluğum bu kadar. Bu olaydan sonra bir daha ne kimseyi gördüm, ne konuştum, ne de o binaya gittim. Zaten şimdi o binayı çıkaramam.” 11
CUMHURİYETİ MASONLAR KURDU!
Lozan'da Yahudi ve Masonların nasıl bir rol oynadıklarını önceki bölümde özetledik.
Nesta H. Webster eserinde1, “Jön
Türkler hareketi, İtalyan Büyük Doğu'sunun direktifi altında, Selanik
Mason Locaları tarafından başlatılmıştır. Aynı makam, daha sonra Mustafa
Kemal'in başarıya ulaşmasında da yardımcı olmuştur.” 2
diyerek mason localarının Osmanlı'dan Cumhuriyete geçişte ve Cumhuriyet
döneminde oynadığı role özlü bir şekilde işaret etmektedir.
Aynı şekilde, 1920 yılında Londra'da yayınlanan Morning Post gazetesi de, “Kesin olarak söyleyebiliriz ki, Türk İhtilali hemen hemen tümüyle bir mason-Musevi komplosudur.” 3 ifadesiyle bu rolü teyid etmektedir.
MUSTAFA KEMAL'İN MASONLUĞU
Peki Mustafa Kemal mason muydu?
Evet, Mustafa Kemal bir masondu.
Sadece o değil,Milli Mücadele'nin
ileri gelen tüm paşaları ve Cumhuriyetin kuruluşunda görev alan
kadroların hemen hemen tamamı hem İttihat ve Terakki Partisi kökenliydi,
hem de masondu.
***
Mustafa
Kemal, mason olmak için ilk başvurusunu, 1905 Kasım'ından 1907 Ekim'ine
kadar görevli kaldığı Şam'da yapmıştır. Mimar Sinan dergisinin 1998
yılı 109. sayısının 16 sayfasında Semih Tezcan “Mim Kemal Öke ve
Atatürkle Diyalogu” başlıklı makalesinde, Büyük Üstad Mustafa Hakkı
Nalçacı'nın torunu Ümit Nalçacı'dan rivayeten, Atatürk'ün Şam'da
görevliyken Mason olmak için yaptığı başvurunun kabul edilmediğini
yazmaktadır.5
“Mustafa
Kemal 13 Ekim 1907'de (Şamdaki görevini tamamlayarak) Selanik'e döner.
29 Ekim 1907'de İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne girer. Üye alımları ya
Ömer Naci'nin evinde, ya da mason locası Macedonia Risorta'nın bekleme
odasında yapılmaktadır. İkinci mekanda subaylar önce tekris edilerek
mason, sonra yemin ettirilerek Cemiyet üyesi yaptırılmaktaydı.”6
diyen mason yazar Tamer Ayan, üye listelerinde yer alan isimlerden
bazılarını sıraladıktan sonra bir sonraki sayfada konuyla ilgili
değerlendirmesini şöyle yapmaktadır: “Atatürk çevresindeki, hem
ittihatçı, hem mason olan asker ve sivil arkadaşlarının etkisiyle, “önce
mason, sonra ittihatçı” kuralına uygun olarak önce Macedonia Risorta
locasında mason olmuş ve bunu takiben de İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne
1907 yılında 322 numara ile üye yapılmıştır.”7
Yazar
Cemal Kutay ise daha somut bir bilgi verdiği “Atatürk'ün Son Günleri
(İstanbul-1981)” isimli kitabında, ”Mithat Şükrü Bleda'nın evinde, Talat
Bey ve Kazım Nami Duru tarafından 196 matrikül numarasıyla tekris
edildiğini; ama daha sonra toplantılara katılmadığını”8 yazmaktadır.
Yine araştırmacı Bilal Şimşir, “İngiliz Gizli Belgeleri'nde Atatürk”
adlı çalışmasında, 20 Ocak 1921 tarih ve sayı 35, İstanbul Genel
Karargahı'ndaki General Harington'dan İngiltere Savunma Bakanlığı'na
gönderilen “Şifre Tel No:1,9821-Gizli” kayıtlı evrakta, Mustafa Kemal
hakkında derlenen bilgilerde, “1907'de Selanik'e atanınca, İttihat ve Terakki'ye ve İtalyan Mason Locası'na girdi”9 denildiğini aktarmaktadır.
“1965-66
yıllarında Hollanda Grand Orienti araştırmacı üstadlarından
Lowensteijn, ünlü Türk masonlarını araştırmaya koyulup, İstanbul'daki
Obediyansa bir yazıyla baş vurarak bilgi ve belge ister. Kendisine
'Türkiye Büyük Locası Büyük Sekreteri Nafiz Ekemen' imzalı bir yanıt
gelir. Anılan yazıda Kargotich (Kargaliç) adlı eski bir Yugoslav
masonun, Atatürk'ün Makedonya'da bir locada mason olduğu ve kalfa
derecesine kadar yükseldiği hakkındaki ifadesi önemle aktarılır.
Kargatovich'in, Yugoslavya Büyük Locası yıllığında Mustafa Kemal'in
Masonluğu hakkındaki bilgileri okuduğunu kesin bir şekilde dile
getirdiği belirtilir.”10
Mustafa Kemal'in uşağı olan ve “Atatürk'ün Uşağı İdim”
adlı bir de kitabı bulunan Cemal Granada da, 17 Kasım 1970 tarihli Yeni
Gazete'de Necmi Onur'un kendisiyle yaptığı röportajda, Mustafa
Kemal'in mason locası deneyimini kendi ağzından dinlediği şekilde
nakletmektedir. Granada, İzmir'deki Naim Palas Oteli'nde Recep Zühtü,
Kılıç Ali, Tahsin Özer ve Salih Bozok, Mahmut Esat Bozkurt'un da hazır
bulunduğu Atatürk'ün sofrasındaki bir sohbet toplantısını şöyle anlatır:
“...Ondan sonra masaya oturuldu ve masonluk üzerine çeşitli konuşmalar yapıldı.
- Atatürk mason olduğunu söyledi mi gerçekten?
- Biliyor musunuz , ben de mason oldum, dedi ve konuşmasına şöyle şöyle devam etti:
- Bir gün iki arkadaşımla geziyorduk. Bunlardan biri beni kolumdan tutup, önünden geçtiğimiz mason cemiyetine soktu. Hatırladığıma göre mermer merdivenlerden aşağı indik. Karşımıza bir salon çıktı. Orada tanımadığım kimseler bizi oturttular, kahve ikram ettiler. Tekrar kalktık, gene merdiven indik, gene bir salona geldik. Burası daha geniş ve kalabalıktı. Bir takım adamlar kılıçlı bir merasim yapıyorlardı. Ben gördüklerimden hiç ama hiçbir şey anlamıyordum. Arkadaş herhalde biliyordu. Beni kolumdan tutmuş, bir bakıma talimat veriyordu. Zannedersem kılıçların arasından geçip bir kitaba el bastık. Ondan sonra dışarı çıktık. İşte benim masonluğum bu kadar. Bu olaydan sonra bir daha ne kimseyi gördüm, ne konuştum, ne de o binaya gittim. Zaten şimdi o binayı çıkaramam.” 11
Bu röportajı kitabına aktaran Sevenler Mason Locası üyesi Üstad-ı Muhterem Tamer Ayan, anlatılanları mason gözüyle değerlendirerek, “...bu masonik tören, tekristen çok, sanki bir masonu uyandırma veya tebenni törenine benziyor”12 der ve buradan hareketle Atatürk'ün daha önce mason olduğu çıkarımını yaparak ekler:“Sanki,
Selanik'te 1907'de tekris edilip, 1909'dan'dan sonra devam etmeyerek
ara verdiği masonluğa daha sonra İstanbul'a geldiğinde yeniden tebenni
ederek intizama dönmesi gibi!”13
“Bu
bilgilerden anlaşıldığı üzere, M. Kemal gençliğinde arkadaşlarının
etkisiyle Masonluğa girmiş ve yemin etmiştir. Bilindiği kadarıyla
masonluk yemini eden bir kişinin masonluktan ayrılması mümkün değil.
Kılıçlarla ve kafa kesme işaretleriyle yapılan yemin töreni ile ölene
kadar masonluk kabul ediliyor. Ayrılmak isteyenler ile emirlere
uymayanlar bir şekilde yok ediliyor. Bugüne kadar mason olupta ayrılmış bir kimse bulunmaması bunun delili sayılabilir.”14
Mason yazar Tamer Ayan da masonluktan ayrılmanın mümkün olmadığını teyid eder mahiyette şunları söylemektedir: “Atatürk
bir önlüksüz Mason değil; Nur-u ziya ile teşerrüf etmiş bir masondur.
Bir süre sonra devam etmeyerek gayrı muntazam olması veya istifa etmesi
onun mason sıfatını geri almaz; sadece uykuya yatırır. Çünkü, 'Mason
olunmayacağı, mason doğulacağı' kuralının devamı 'Mason doğanın mason
öleceğidir' “15
Mustafa Kemal'in mason olduğu, ayrıca pek çok ülke yayınında da açıkça yer almıştır.
“Atatürk'ün sağlığında Türkiye’de yasaklanan “Bozkurt” adlı kitabında Armstrong, Mustafa Kemal’in mason olduğunu yazmıştır.
Jürgen
W. Diener, Beyaz Zambaklar dergisinin 1938 Mart tarihli 38. sayısında
Mustafa Kemal’in mason olduğunu yazmıştır. Diener onun Makedonya
(Risorta et Veritas) locasına mensup bulunduğunu bildirir.
G.
Gamberini de “Mille Volti di Massoni” adlı 1975 tarihli çalışmasında,
dünyanın bin ünlü masonu arasında Mustafa Kemal’e de yer vermektedir.
1988’de,
Hamburg’da Atatürk’ü anma töreninin yapıldığı mason locasının
duvarlarındaki dünyaca ünlü masonlar listesinde onun da adı bulunuyordu.
1932’deki
“Beynelmilel Masonlar Birliği AMİ”nin Büyük Konvan’ının dönemin
diktatörü Mustafa Kemal’in tam kontrolündeki İstanbul’da toplanması
anlamlıdır. O toplantıda dünyanın en üst kademe masonlarının
Cumhurbaşkanı olarak Mustafa Kemal’e gönderdikleri “bağlılık mesajları”
onu kendilerine yakın saydıklarının delilidir.
Diğer
yandan Mustafa Kemal’le Mütareke yıllarında İstanbul’da tanışan mason
Kont Sforza da “Modern Avrupa’nın Kurucuları” adlı kitabında onun mason
olduğunu yazar. “Mustafa Kemal; Yüksek Komiser Sforza'nın kendisini
davet ederek: ‘Ekselans, bir tehlike karşısında sefarethanenin emrinize
hazır olduğunu ben de söyleyebilirim’ dediğini zikretmektedir. Bunun
hakkında Sforza da şunları söylüyor: ‘İstanbul’daki bazı Britanya
ajanları ilk işgâl günlerinde (onu) Malta’ya göndermeyi tasavvur
etmişlerdi. Bu tasavvur öğrenilir öğrenilmez Mustafa Kemal’in dostları
gelerek tehlike vukuunda kendisine İtalyan sefarethanesinde bir
ilticagâh bulunabilip bulunamayacağını bana sordular. Ben İtalya’nın,
eski kahraman bir hasmı korumayı şüphesiz reddetmeyeceği cevabını
verdim. Bu cevabım… Mustafa Kemal’in tevkifine ait her türlü projeden
vazgeçilmesi için kâfi geldi.”Mustafa Kemal’in “dostları” kimlerdir ve mason üstadı olan Sforza’ya nasıl ulaşmışlardır?
Sforza’nın
yazdıkları dışında, Daniel Ligou’nun mason Ansiklopedisi’nde ve daha
pek çok kaynakta Mustafa Kemal’in mason olduğu belirtiliyor.”16
Mustafa Kemal'in masonluğuyla ilgili internet üzerinden ulaşılabilecek masonik kaynaklardan bazılarını da şöyle sıralayabiliriz:
* http://www.calodges.org/no406/FAMASONS.HTM#c
* http://xoomer.alice.it/kxxbar/massoni.htm
* http://abbey.lodge.org.uk/famous-masons.htm * http://www.durham.net/~cedar/famous.html
* http://rsmasons.netfirms.com/famous.html * http://www.esoteria.org/documenti/pe...i/massoni1.htm * http://www.franc-maconnerie.org/menu...ebrites-fm.htm
* http://www.masonicgathering.net/notable_masons.htm
* http://www.angelfire.com/ga/fdl746/famous.html
* http://www.durham.net/~cedar/famous.htm
* http://www.oddball.fsbusiness.co.uk/100famousmasons.htm
* http://abbey.lodge.org.uk/famous-masons.htm
* http://www.esoteria.org/massoneriaregolareitalia.htm
* http://space.tin.it/lettura/kxxbar/massoni.htm
* http://www.sasasa.it/massoneria/scelserodiessere.htm
* http://www.esonet.org/dizionario/m04.htm
* http://www.esoteria.org/massoni1.htm
* http://www.esonet.org/dizionario/g07.htm
* http://www41.homepage.villanova.edu/...ert/garcia.htm
* http://www.masonicgathering.net/notable_masons.htm
* http://www.angelfire.com/ga/fdl746/famous.html
* http://www.durham.net/~cedar/famous.htm
* http://www.oddball.fsbusiness.co.uk/100famousmasons.htm
* http://abbey.lodge.org.uk/famous-masons.htm
* http://www.esoteria.org/massoneriaregolareitalia.htm
* http://space.tin.it/lettura/kxxbar/massoni.htm
* http://www.sasasa.it/massoneria/scelserodiessere.htm
* http://www.esonet.org/dizionario/m04.htm
* http://www.esoteria.org/massoni1.htm
* http://www.esonet.org/dizionario/g07.htm
* http://www41.homepage.villanova.edu/...ert/garcia.htm
Bu noktada sorulan soru şu: Şayet Mustafa Kemal masonsa, localar niçin ona hala açıktan sahip çıkmamaktadır?
Ayrıca, locaların onun zamanında (1935) kapatılmış olmasını nasıl izah etmek lazım?
Bu
hemen akla gelen soruların birincisini mason yazar Tamer Ayan, yakın
tarihte yayınlanan ve yukarıda alıntılar yaptığımız “Atatürk ve
Masonluk” adlı kitabının önsözünde kısaca şöyle cevaplandırmaktadır: “Eski
mason yöneticileri, Atatürk'ün mason olduğu ortaya çıktığı takdirde, bu
sıfatının Atatürk'e zarar vereceğini düşündüklerinden(...). 'Ya
Atatürk'ün mason olduğunun duyulması ona zarar verirse?', 'Ya da,
Atatürk düşmanlarının eline kötüye kullanabilecekleri yeni bir koz
verilirse?'”17kaygısıyla sessiz kalmayı yeğlemişlerdir.
Nitekim
Atatürk'ün mason olduğunun anlaşılmasının tepki yaratmasından endişe
duyanlar arasında, bu konuda belgesel araştırmalar yapan ve önemli ip
uçları yakalayan mason araştırmacı Osman Zeki Koylan da vardır.
“Koylan, dönemin büyük üstadına gönderdiği (...) Atatürk'ün masonluğuna
ilişkin bazı verileri, hatta kendisine göre kanıtları içeren 12 Ekim
1981 tarihli önemli mektubunu, bu konuda duyduğu endişeyi, aşağıdaki
cümlelerle dile getirerek bağlar: 'Netice
itibarı ile: bize karşı umumi bir antipati devam ettiğinden, Atamızın
intisabı konusunun harice intikalini asla tecviz etmiyorum
(onaylamıyorum).
Mamafih localara tamimini takdirinize arz ederim... Yıllarca
araştırmalara rağmen bir türlü çözümlenmeyen bu meçhulü gün ışığına
çıkarmak bana nasip oldu.”18
diyerek hem Mustafa Kemal'in masonluğunu belgelediğini; hem de bu
bilginin dışarıya (haricilere) açıklanmasının isabetli olmayacağını
söyleyerek birinci sorumuzun cevabını vermektedir.
Sonraki
bölümde detaylarıyla anlatacağımız, mason localarının Mustafa Kemal'in
şefliği döneminde kapanması (1935) mevzuuna gelince...
“Araştırmacı
“Suat Parlar, çalışmasında (Türkler ve Kürtler, s: 496-497) Mustafa
Kemal’in mason olduğuna dair kuvvetli iddialar bulunduğu, en azından
masonluğu felsefe olarak benimsediği bilindiği halde, 1935’de mason
localarını niçin kapattığı meselesine eğiliyor. Oysa dönemin önde gelen
bir çok devlet adamının mason olduğunu ve bunu da Mustafa Kemal’in
bildiğini söylüyor. Misal olarak, mason localarına kapatma talimatını
gönderen devrin içişleri bakanı ve CHP genel sekreteri Şükrü Kaya’nın
mason olmasını gösteriyor. Yine TBMM Başkanı Kâzım Özalp’in, Danıştay
Başkanı Reşit Mimaroğlu’nun, Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ın, hattâ
Başvekil Celal Bayar’ın mason olduklarını belirtiyor ve şu hükmü
veriyor:
-
Devletin en önemli kurumlarının başında zaten masonlar varken,
(locanın) malvarlığı konusunda alınacak tedbirler, sembolik olmaktan öte
bir anlama sahip değildi!”19
Atatürk'ün
özel hekimi ve yakın arkadaşı olan Büyük Üstad Mim Kemal Öke'nin Mason
Derneği'nin 1949 yılındaki büyük kongresinde yaptığı ve Türk Mason
Dergisi'nin birinci sayısının 12-14. sayfalarında yayınlanan
konuşmasında bu konuyla ilgili olarak söyledikleri aydınlatıcıdır: “
Memleketin siyasi akışları bir an için bizim mesaimizi men etmişti. Bu
yalnız bizim değil, Türk Ocakları, Kadınlar Birliği vesaire gibi
teşekküllere de teşmil edilmişti. Bu tatili mesai bir kapanış değil, bir
ima üzerine olmuştur. Atatürk mason teşekkülü için çok büyük iltifatta bulunmuş, Ankara'daki binaya her yıl 3 bin lira yardım etmişlerdir.Bugün başımızdakiler de aynı yardımda bulunmuşlardır.Atatürk memleketimizi ziyarete gelen tanınmış şahsiyetleri bu lokalde kabul ve ziyaret etmiştir. Mason teşekkülünü Atatürk kapattırmamıştır. Siyasi ahval o zaman böyle bir imayı mecburi kılmıştır.
O
zaman başkanlıktan Mareşal Fevzi Çakmak'ın emri üzerine ayrılmıştım.
Mareşal askerlerin bu kabil teşekküllerde bulunmamalarını emretmiştir.
Ortalığı karıştırmak, şahsi taassuplarını kullanmak isteyen baykuşlara
bu kürsüden tekrar ediyorum: Bu teşekkül Atatürk'ün ruhunu tazib
etmemiş, taziz etmiştir.” 20
Mason Yazar Tamer Ayan da bu konuyu ele alarak, “Eğer
Atatürk masonlara yapılan suçlamalara inansa, hatta inanmak değil şüphe
bile etse; üzerine titrediği rejimin selameti için Masonluğu kanun
yoluyla kapatmaz, hatta masonları İstiklal mahkemeleri veTakriri Sükun
Kanunları gibi olağanüstü yöntemlerle sindirmez miydi?” diye sorarak şu hükmü veriyor: “(...)
Atatürk, ülkeye ışık veren bu pencereyi tuğlayla ördürüp iptal
ettirmemiştir; ancak kamuoyunu ve rejimi masonluğun aleyhine yönlendiren
ve şartlandıran antimasonik baskı ve propagandanın, masonluğa telafi
edilmez ölçüde zarar vermesini önlemek amacıyla, sadece perdelerinin ev
sakinlerinin eliyle kapatılmasını ve oturanların da tatile çıkmasını
sağlamıştır. Özetle Atatürk masonluğu yasaklatmamıştır. Bilakis böylesi
bir ılımlı çözümle zulümden kurtarmıştır.”21
“Atatürk
sadece Mason derneklerini değil tek parti ideolojisi dışındaki tüm
kurum ve kuruluşları kapatmıştır. Mesela Mason localarının kapatıldığı
dönemde “Hamallar Derneği” bile kapatılıyor. Devrimlerin kısa sürede
sonuç vermesi için tüm sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerine 1948
yılına kadar ara veriliyor. Mason localarının kapatılmasından “Atatürk
Masonluğa Düşmandı” sonucunu çıkarmak (kulağa hoş gelse de) objektif
değildir. Zaten
Mason locaları kapatılmış olsa da Halkevleri binalarında ve
Beyoğlu’ndaki çeşitli lokallerde faaliyetlerine devam ettiler.”22
CUMHURİYETİN MASON KADROSU
“Türkiye
Cumhuriyeti masonlar tarafından kurulmuştur. “Atatürk'ün yakın
çevresinde oluşturduğu Cumhuriyet kadrosunun önemli ve etkin bir bölümü,
yani yakın mesai ve ideal arkadaşları ve dostları masondur. Örnek
olarak ilk mecliste 40 kadar milletvekili masonun ve yüksek düzey devlet
görevlisinin bulunduğu söylenir. Bir bakıma yönetim ve devrimlerin
gerçekleştirilmesi masonlara emanet edilmiştir.”23
Mustafa
Kemal’in masonluğundan yukarıda bahsettik. Aynı şekilde ikinci adam
İsmet İnönü de masondu. Osmanlı döneminde genç bir subayken Edirne gizli
Mason cemiyetinin en faal üyelerindendi.24
Nitekim, Mustafa Kemal’in sağlığında -taktik icabı- kapatılmış olan
mason locaları onun Milli Şeflik döneminde yeniden açılmıştır.
Milli
mücadele ve Cumhuriyet döneminde görev alan masonlardan diğer bazı
isimler şunlardır (Bazılarının tekris tarihleri ve dereceleri parantez
içinde verilmiştir):
Fethi Okyar,Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, General Kazım Karabekir, Orgeneral Fahrettin Altay(sabataycı), ilk hükümetin İçişleri Bakanı General Refet Bele (1922), Ali İhsan Sabis Paşa, Meclis Başkanı Kazım Özalp Paşa(1909-33 derece), Meclis Başkanı Abdülhalik Renda, Başbakan Hasan Saka(1923-33 derece), İçişleri Bakanları Şükrü Kaya(1924-33 derece) ve Mehmet Cemil Uybadın(1929-33 derece), Dışişleri Bakanları Bekir Sami Kunduh (1910) ve Tevfik Rüştü Aras(1910- 33 derece), Sağlık Bakanları Rıza Nur(1923-), Adnan Adıvar,Refik Saydam, Behçet Uz, Milli Eğitim Bakanları Reşit Galip, Hasan Ali Yücel (1925), İnönü ve Bayar hükümetinde eğitim bakanı Saffet Arıkan, Ekonomi Bakanı Sırrı Bellioğlu, Milletvekilleri Cevat Abbas Gürer (Atatürk’ün yaveri 1918), Atıf Bey,Reşit Saffet Atabinen, Memduh Şevket Esendal, Mithat Cemal Küntay (1909), Hilmi Uran,Tevfik Fikret Sılay,Nafi Cevat Akkerman(1928), Ahmet Ağaoğlu, Mustafa Necati (1925), Ankara Valisi Nevzat Tandoğan ( 33 derece) ve Belediye Başkanı Süleyman Asaf İlbay, İstanbul Valileri Muhittin Üstündağ(1917, 33 derece), Lütfü Kırdar(1924), Danıştay Başkanı Mustafa Reşat Mimaroğlu (1933), Jandarma Genel Komutanı Galip Paşa, İstiklal Mahkemesi Başkanı Necip Ali Küçüka, Amiral Mehmet Ali Paşa, Abdurrahman Şeref, Dr. Akil Muhtar Özden, Abdullah Cevdet, Maliye Nazırı Cavit Bey, Teşkilatı Mahsusa kurucularından ve yöneticilerinden Eşref Sencer Bey, Edip Servet Tör (1927-30 derece), Enver Paşa’nın amcası Halil Kut Paşa, Hüseyin Cahit Yalçın (1909), Halil Şerif Bey, Dahiliye Nazırı İsmail Canpolat Bey, Karakol Cemiyeti’nin kurucularından Kara Kemal Bey,Kazım Nabi Bey, Kazım Nami Duru (1906), Mehmet Reşit, Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Killigil Paşa,OsmancıklıNuri, Dr. Nihat Reşat Belger, Sait Halim Paşa, Şemsettin Günaltay,Küçük Talat,Prof. Veli Bey, Yusuf Akçura, Hasan Cemil Çambel,Hüseyin Kadri Bey, Fuat Hulusi Demirelli (1928), Fazıl Ahmet Aykaç(1921), Hüseyin Haşim Sanver, Ahmet Emin Yalman (1917), Mehmet Emin Yurdakul (1930- 32 derece), Reşat Nuri Güntekin (1921), Yunus Nadi Abalıoğlu (1923), Ömer Rıza Doğrul (1926), Mümtaz Faik Fenik (1929), Dr. İsmail Hurşit Gün (1909), Hakkı Şinasi Paşa, Muhip Nihat Kuran,Fuat Süreyya Paşa, Ömer Besim Akalın (1910), Nurettin Ramih Ener (1910), Neşet Ömer İrdelp (1911), Hamdi Suat Aknar (1918), Fethi Erden(1928), Rasim Adasal (1931), Faik Sabri Duran (1914), Mustafa Şefik Tunç (1924), Vasfi Reşit Seviğ (1921), Kerim Erim (1929), Niyazi İsmet Gözcü,İbrahim Necmi Dilmen(1928), Servet Yesari (1906), Reşat Erer(1908), Hayrullah Örs (1926), Ahmet Salih Korur (1933), Ekrem Tok (1933), Hilmi Uran,Mithat Şükrü Bleda(1903), Atatürk'ün özel doktoru Mim Kemal Öke(1925), Cumhuriyet Halk Partisi genel sekreteri ve Türkiye’nin ilk Washington Büyükelçisi Muhtar Tahsin, halefi Münir Ertegün, Büyükelçi Celal Tevfik Karasapan(1925)
v.d.nin birer mason olmaları, masonik inançların milli mücadele dönemi
ve sonrasında kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde ne denli etkin olduğunu
göstermektedir.
Şunu belirtmekte fayda var: Masonlar Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda da aktif rol almış, oldukça üst makamlara kadar yükselmiş ve çoğu zaman da devlet politikasını belirleyici roller oynamışlardır. Bu
isimlerin mason localarına üye olmaları tamamının masonik felsefeyi her
şeyiyle benimsedikleri, illa ki birer militan mason oldukları şeklinde
anlaşılmamalıdır. Ama dahil oldukları biraderlik ilişkisiyle tamamının kullanıldığından şüphe yoktur. Nitekim
sonrasında bütün önde gelen isimler tasfiye edilerek bu “biraderlik
hukukunun” ne kadar samimiyetsiz olduğu da ortaya çıkmıştır.
CUMHURİYETİN PARADİGMASI?
Önceki
bölümlerde çok milletli bir yapıya sahip olan ve gelişmelere ayak
uydurup kendini yenileyememesi sebebiyle ciddi bir krize giren Osmanlı
imparatorluğunun, Yahudi, dönme ve masonlar marifetiyle milliyetçilik
girdabına çekilerek kısa sürede dağıtıldığını, Türkçülüğün bu süreçte bir Yahudi ve mason projesi olarak
aktive edildiğini söylemiştik. Evet, Türkçülüğün temelleri Osmanlı
dışından gelenler tarafından atılmış, içeridekiler tarafından
yükseltilmiştir. İçeridekiler ise Rusya orijinliler ve Selanik
orijinliler olmak üzere iki gruptur.
“Türkçülük
Osmanlı’da iki kaynağa dayanır: Biri Rusya sınırları içinde veya
Rusya’nın tehdidinde olan Türkçülüktür. Musa Carullah Bigi, Şihabeddin
Mercani, Hüseyin Feyzhani, Abdullah Tukay, Hüseyinof kardeşler, G.
İbragimov, Ahundzade Mirza Feth Ali, İsmail Gaspıralı, Hüseyinzade Ali
Turan, Ayaz İshaki, Mehmet Emin Resulzade, Sadri Maksudi, Fatih Kerimov,
İlyas Alkyin, Cafer Seydahmet, İbrahim Ahmedov, Hasan Ata Gaveşi, Ahmet
Ağaoğlu, Zeki Velidi Togan, Yusuf Akçura… gibi kişiler bu ekolün en
ünlü düşünce aksiyon adamlarıdır. Kuzey - Şimal Türkçüleri
diyebileceğimiz bu kişiler, genel olarak “İslamcı Türkçüler”dir.
Ziya Gökalp ve Fuat Köprülü ekolu bu kaynağın fikirlerine çok
yakındırlar ve Mustafa Kemal’i belli ölçüde de etkilemişlerdir.
Türkçülüğün
diğer kaynağı ise Müslümanlığı kabul edip Osmanlı Devleti’nde görev
alan aslen Yahudi Polonya – Macaristan milliyetçileri ve onların devamı
denebilecek Selanik merkezli “İslamsız Türkçüler”dir.
Selanikli olmasalar da Selanik’te oluşan ekolü benimseyenlerin büyük
çoğunluğu aynı zamanda Sabetaycı veya Karaimcidir. Halide Edip Adıvar,
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Falih Rıfkı Atay, Necip Fazlı, Hamdullah
Suphi Tanrıöver, Reşat Nuri Güntekin, Orhan Seyfi Orhon, Yusuf Ziya
Ortaç, Tekin Alp, Vala Nurettin, Yaşar Nabi Nayır, Hüseyin Cahit Yalçın,
Celal Nuri İleri, Faruk Nafiz Çamlıbel, Burhan Belge, Ahmet Emin
Yalman, Yunus Nadi, Doğan Nadi, Simaviler… bu akımın etkili
temsilcileridir. “İslamsız Türkçülüğü” savunan düşünce ve aksiyon
adamları, ellerindeki yayın gücü ile daha etkili bir kamuoyu
oluşturabilmişlerdir.”25
“Özellikle
1910’lu yıllarda Ziya Gökalp'in ilk Türk sosyologu olarak önerdiği
fikirler, yeni devletin kurucularınca o dönemde yakından izlenildiğinden
bilinmektedir. Bu yüzden fazla bir arayış gerektirmeden devlet dizayn edilirken Ziya Gökalp’in fikirleri ilk referans kaynağı olur. Çünkü Ziya Gökalp, bütün teorik hazırlığını İkinci Meşrutiyet’ten sonra tamamlamıştır.”26
“Ziya
Gökâlp, Osmanlı’nın meşrutiyet dönemlerinde şekillendirdiği önceleri
”Turancılık” olarak ayakları pek yere basmayan ütopik devlet projesini,
İttihatçılar, özellikle Enver Paşa’nın bu uğurda verdiği başarısız bir
sınavdan sonra, gerçeğe daha yakın “Türkçülük” ile sınırlar.”27
“Cumhuriyet’in
kuruluşuna kadar olan dönemde Gökâlp, Türkçülüğün, hars ve medeniyetin,
saltanat ve hilâfetin kaldırılması, dinin, ibadetin, bir ölçüde
lâikliğin nasıl olması gerektiği, Osmanlıca’nın terk edilerek saf bir
Türkçe meydana getirilmesi, musiki ve diğer sanatlar, hukuk, ekonomi,
kılık kıyafet ile hemen hemen yeni bir devletin şekillenmesinde
yapılması gereken her şeyi kendi bakış açısından bütün detayları ile
anlatır.
Bütün
bunları söylerken de, toplumda temel düşüncenin “Hak yok; vazife
vardır” sloganıyla anlattığı şekilde olmasını istiyordu. Yani bireyin
söz hakkının olmadığı, kendisine sunulan ölçüde bir fonksiyonel serbesti
çerçevesinde, bir makine aksamı işlevinde bir görevdi bu.”28
“...
Ziya Gökalp, masonlarla ilişkisi açısından en şaşırtıcı isimlerden
birisidir. Babasını erken yaşta kaybeden Gökalp, girdiği gençlik buhranı
sonunda intihara kalkışır. Bunu engelleyen Abdulah Cevdet Bey, onu
masonlarla tanıştıran kişidir. Kendisi de mason olan Abdullah Cevdet
Bey'in dışında Diyarbakır İdadisi'nde okuduğu yıllarda 'taabiye' hocası
olan Rum asıllı mason doktor Yorgaki Efendi de onun hayatını derinden
etkiler.
Gökalp'in düşüncelerinin şekillenmesinde Fransız Sosyoloji okulu'nun kurucusu olan Fransız Yahudisi Emile Dukhaim'in büyük etkisi de olur. Fransa'da öğrenim gördüğü yıllarda hocası Durkhaim'den çok etkilenen Gökalp, Osmanlı Mebusan Meclisi'nde milletvekilliği yaptığı dönemde İttihatçıların önde gelen masonlarıyla yakın temaslarda bulunur. Muhafakazar bir aileden gelen Ziya Gökalp, eşi Vecihe Hanım'la evlendikten sonra İstanbul'dan ayrılarak azınlıkların ve gayr-i müslümlerin yoğunlukta olduğu Büyakada'daki büyük bir köşke taşınır ve masonlarla ilişkileri iyice pekişir.”29
Gökalp'in düşüncelerinin şekillenmesinde Fransız Sosyoloji okulu'nun kurucusu olan Fransız Yahudisi Emile Dukhaim'in büyük etkisi de olur. Fransa'da öğrenim gördüğü yıllarda hocası Durkhaim'den çok etkilenen Gökalp, Osmanlı Mebusan Meclisi'nde milletvekilliği yaptığı dönemde İttihatçıların önde gelen masonlarıyla yakın temaslarda bulunur. Muhafakazar bir aileden gelen Ziya Gökalp, eşi Vecihe Hanım'la evlendikten sonra İstanbul'dan ayrılarak azınlıkların ve gayr-i müslümlerin yoğunlukta olduğu Büyakada'daki büyük bir köşke taşınır ve masonlarla ilişkileri iyice pekişir.”29
“On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı içerisinde güçlenen Türkçülükakımından etkilenenlerden birisi de Mustafa Kemal Atatürk idi.
Bu
devrin Türkçü akımlarını savunan düşün adamlarının kaleme aldıkları
eserlerin Mustafa Kemal Atatürk tarafından çok dikkatle okunduğu
görülmektedir.”30
Atatürk’ün düşünce dünyasında Ziya Gökalp ve onun fikirlerinin ne kadar önemli olduğunu şu anekdot oldukça net anlatır:
“…Mütareke günleriydi. Mustafa Kemal ile Mussolini’nin damadı Kont Sforza, Pera Palas’ta karşılıklı oturmuş sohbet ediyorlardı…
…Kont Sforza, sohbetin sonlarına doğru Mustafa Kemal’e en ilginç soruyu sordu:
- Bu fikirlerinizin, görüşünüzün kaynağı kimdir? Başarınızın sırrı nedir?
Mustafa Kemal hiç düşünmeden cevap verdi:
- Benim etimin, kemiğimin babası Ali Rıza Efendi, duygularımın babası Namık Kemal, düşüncelerimin babası Ziya Gökalp’tir….” 31
Ali Fuat Cebesoy ve Asım Gündüz hatıralarında, Mustafa Kemal'in, Namık Kemal'i, "Türk milletinin yüzyıllardan beri beklediği ses" olarak tanımladığını yazarlar.32
“Ziya Gökalp, Cumhuriyetle birlikte —büyük bir uyum kabiliyeti göstererek— Turancı hayallerini terketmiş ve «(Türkçülük fikrine) resmiyet veren ve onu fiilen tatbik eden ancak Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleridir» diyerek Türkçülüğün programını yazmaya başlamıştır.”33
Kemal
H. Karpat’ ın Webster’ den alıntıladığı görüşe göre; Cumhuriyet’ in
kuruluş yıllarında, yani yapılanma safhasında mutlak anlamda
“...Gökâlp’in teorileri Kemalist Türkiye’nin politikası olmuştur…”34
“Cumhuriyet’in,
Din, Dil, Hukuk, Eğitim v.d. devrimlerine esas teşkil eden fikirlerin
ana ekseninde, bazen de bütün detaylarında Gökâlp’in etkisi açık bir
şekilde görülür. Lâiklik, Türkçe Kuran, Türkçe Ezan, Türkçe ibadet gibi
kavramlara yüklediği anlamlar ile Mustafa Kemâl’in bu konulardaki
görüşleri birebir örtüşür.”35
“Mustafa
Kemal, Hüseyinzade Ali, Ziya Gökalp, Fuat Köprülü, Yusuf Akçura gibi
Türkçülerin çalışmalarından etkilenerek İran ve Afganistan üzerinden
SSCB sınırlarında kalan Türkî Cumhuriyetlere uzun süre mesaj yüklü
yayınlar ileterek Türkçülük idealinin yakın takipçisi olduğunu
kanıtlamıştır. Türk Dili ve Türk Tarihi araştırmalarına verdiği
desteklerle ise çığır açmıştır.”36
Gökalp 1923'te Ankara'da Matbuat Müdürlüğü tarafından yayımlanan Türkçülüğün Esasları,
sh: 6 ve 10'da Türkçülük akımının “esin” kaynaklarının, Fransız
tarihçisi Deguignes ile İngiliz David Lumley ve Yahudi tarihçi Leon
Cahun olduğunu bizzat ifade etmektedir.37
Mustafa Kemal, eserinin basımından iki ay sonra Gökalp'i milletvekili adayı göstermiştir.
“Ancak
Milli Mücadele’den sonra Pan Türkizm önemli engellerle karşılaştı,
çünkü Mustafa Kemal, Pan Türkizm’in, 17 Aralık 1925 tarihli Tarafsızlık
ve Dostluk Anlaşması ile yeni bir evreye giren Türk-Sovyet ilişkilerini
tehlikeye düşüreceğini düşünüyordu.
Sovyet Devrimi’nden sonra Türkiye’ye sığınmış bulunan Azerilerin 1927-1931 arasında çıkardığı Yeni Türkistan, Odlu Yurt, Yeni Kafkasya ve Azeri Türk gibi
dergiler birer birer kapatıldıktan sonra ırkçı Türkçülüğe yönelik resmi
tavır, Sovyetler ve Almanya ile ilişkilerin sarkacında bir uçtan bir
uca değişti durdu.”38
“…Atatürk’ün
Türkçülüğünün fikir babası, 1930’lara kadar Ziya Gökâlp’ti. Fakat o
tarihten sonra (belki daha önceden de) Atatürk, ’asrî’ci Abdullah
Cevdet’e yanaşmaya başlamıştı. A. Cevdet39 ise katı maddeci, din düşmanı ve Batı’cıydı…”40
Bu
aslında teorik altyapının aslına rücû etmesiydi. Abdullah Cevdet,
Meşrutiyet dönemlerinde “materyalist” düşüncenin önde gelen isimlerinden
biriydi. ”…İslâm Topraklarında ‘çağdaş uygarlığın’ nasıl yayıldığını
merak edenler; Abdullah Cevdet’in en iyi öğrencilerinden birisinin de
Ziya Gökâlp olduğunu hatırlarlarsa mesele kalmaz…” 41
***
IRKÇILIK DEVLET İDEOLOJİSİ OLUYOR
Ancak
“Cumhuriyetin ilk yıllarında, İttihatçı Türkçülüğü hâlâ etkindi.
Ergenekon destanları söyleniyor; bozkurt resmi taşıyan pullar,
banknotlar basılıyordu. 1930'da 257 şubesi olan Türk Ocakları ise, savaş
öncesi ideoloji ile savaş sonrası ideoloji arasında bir halka teşkil
ediyordu. Bununla beraber 1920'lerin sonunda, tarihi kökenimiz ve ulusal
kimliğimiz konusunda yeni bir görüşün ilk ifadelerine rastlıyoruz.”42
“1929'da
Budapeşte'de bir konferans veren Reşid Safvet (Atabinen) Bey,
Atatürk'le Türkçülüğün «tam bilinç aşamasına» ulaştığını ve Anadolu
Türkleri için somut bir program halini aldığını söylüyordu. Konferansçı,
«artık bilimin kabul ettiği gibi» Çin'de, Mısır'da, Mezopotamya'da vb. kurulan en eski uygarlıkların temellerini Türklerin attığını ileri sürüyor ve bu ulusun «bazı dejenere hanedanların» mirasına layık olmadığını ilave ediyordu.”43
“İsmet İnönü, erken Cumhuriyet döneminde şu açıklamayı yapmıştır: 'Vazifemiz
Türk vatanı içinde bulunanları behemahal Türk yapmaktır. Türklere ve
Türkçülüğe muhalefet edecek anasırı kesip atacağız. Vatana hizmet
edeceklerde arayacağımız evsaf her şeyden evvel, o adamın Türk ve Türkçü
olmasıdır'. İnönü bu sert üslubunu ilerleyen yıllarda da devam ettirmiştir: 'Bu ülkede sadece Türk ulusu etnik ve ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur.' İzmir
Ödemiş’te seçmenlere hitap eden dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat
Bozkurt da, İnönü’yle aynı minval üzere bir uyarıda bulunmuştur: “Biz
Türkiye denen dünyanın en hür ülkesinde yaşıyoruz. Mebusunuz
inançlarından samimiyetle bahsetmek için buradan daha müsait bir ortam
bulamazdı. Onun için hislerimi saklamayacağım. Türk,
bu ülkenin yegane efendisi, yegane sahibidir. Saf Türk soyundan
olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle
olma hakkı. Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler!' ”44
Mahmut Esat Bozkurt'un bu sözleri Cumhuriyet Gazetesinin 19 Eylül 1930 tarihli nüshasında şöyle yer alır:
"Türkün en kötüsü, Türk olmayanın en iyisinden iyidir", "Türk devleti
işlerini Türklerden başkasına vermeyelim. Türk devleti işlerinin başına
öz Türklerden başkası geçmemelidir. Yeni Türk Cumhuriyetinin devlet
işleri başında mutlaka Türkler bulunacaktır", "Benim fikrim, kanaatim
şudur ki, dost da düşmen de dinlesin ki, bu memleketin efendisi Türktür.
Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi
olmaktır, köle olmaktır. "
“Mart 1931’de Mustafa Kemal, Pan Türkist ideolojinin yuvası olan Türk Ocakları’nı Cumhuriyet Halk Fırkası’na (CHF) bağladı. ”45
“1932’de
Afet İnan, Mehmet Tevfik Bıyıklıoğlu, Samih Rıfat, Hasan Cemil Çambel,
Sadri Maksudi Arsal, Reşit Galip, Yusuf Akçura ve Şemseddin Günaltay’ın
geliştirdiği Türk Tarih Tezi ırkçılık akımı için iyi bir çerçeve
oluşturulmuştu.”46
“Genç
Cumhuriyet, kendini Osmanlının devamı olarak görmediğinden, Osmanlı
imgesi altında yok olan Türk milletinin köklerini, Osmanlı öncesi
Türkleri referans alarak gün ışığına çıkarmayı hedefliyordu. Bu
girişimin amacı; yeni kurulan devletin, aslında çok eski zamanlara
dayanan ve gurur duyulacak bir milletin tarihine sahip olduğunu ortaya
çıkarmaktı. Türk ırkının Mısır, Anadolu, Ege ve Mezopotamya’da büyük
uygarlıklar kuran brakisefal ırka mensup olduğu iddiası, bu tezin temel
yapı taşını oluşturmuştur. 1932’de gerçekleştirilen Birinci Türk Tarih
Kongresi’nde dile getirilen resmi tez; Osmanlı öncesine dayanan güçlü
bir ulusal bilinç oluşturmaya ve bu bilinci arkeolojik çalısmalarla
temellendirmeye dayalı iki amaca hizmet etmekteydi.”47
“30’lu yıllara damgasını vuran Türk Tarih Tezi ve onun yan ürünlerinden birisi olarak bizzat Mustafa Kemal tarafından ortaya atılan Güneş Dil Teorisi ile oluşturulmaya çalışılan düşünce sistemi, eskinin Türkçü-Turancı anlayışına göre çok daha uçuk ve mesnetsizdi. Bu tezler, Türklerin tarihteki yeri ve ulusal kimliği ile ilgili “yepyeni” bir bakış açısı getiriyordu: “Dünyadaki
yüksek kültürün ilk beşiği Orta Asya’daki Türk ana yurtlarıdır ve o
kültürü kuranlar ve bütün dünyaya yayanlar da Türklerdir.” Oysa zamanın tarihçileri ve arkeologları, uygarlığın beşiğinin Mezopotamya olduğunu söylüyorlardı.
Bu durum karşısında tezlerini geliştirme ihtiyacı hisseden milli tarihçiler,
daha da ileri giderek ve icatlar yaparak bu kez de Anadolu’nun ve
Mezopotamya’nın kadim halkları olan Hititleri ve Sümerleri proto-Türkler
(Türklerin öncülleri) olarak ilan ettiler. Bu anlayışa göre Orta
Asya’dan Anadolu’ya iki ayrı göç dalgası olmuştu. İlk dalgayla gelenler
eski Anadolu halklarıyla kaynaşmış ve antik çağların Hitit, Sümer
uygarlıklarını oluşturmuşlardı. Bu uygarlıkların yıkılmasını izleyen
uzun süreçte aynı coğrafya üzerinde farklı uygarlıklar kurulmuş ve
Anadolu halkı da bunlarla karışmıştı. 1071’de Anadolu’ya Türklerin
tekrar gelmelerinden sonra aradaki bağ kurulmuş, arada geçen binlerce
yıllık süreçteki kopukluk aşılmış ve yeni Türk devletinin kurulmasıyla
da Anadolu asıl sahibini tekrar bulmuş oluyordu. Üstelik bu son göç
dalgasıyla gelen Türklerin saflığının bozulmadığı iddiası da, tarih
tezinin önemli bir ayağıydı. Böylece Anadolu halkının çoğunluğunun bu
“saf” Türklerden oluştuğu iddia edilerek diğerleri azınlık kabul
ediliyordu.”48
“1937'de
toplanan İkinci Türk Tarih Kongresinde bütün açıklığı ile ifade
ediliyordu. Prof. Afet İnan, en özlü bir biçimde, bu tezi şöyle ifade
etmiştir :«Dünyadaki
yüksek kültürün ilk beşiği Orta Asya'daki Türk ana yurtları ve o
kültürü kuranlar ve bütün dünyaya yayanlar da Türklerdir»49
...
Irkçı
Türk Tarih Tezi ve Güneş - Dil teorisi ne Batı, ne de Türkiye'de fazla
benimsenmemiş, kısa bir süre sonra unutulmuştur. Fakat 1930'larda
yönetici kadroları bu gibi arayışlara sürükleyen etkenler hakkında biraz
düşünmek gerekir. “...1930'larda yeni tarih arayışlarını hazırlayan
psikolojik ortam, Atatürk ve yakın çevresinin uygarlık anlayışından
kaynaklanıyordu. Ziya Gökalp'in aksine, Atatürk «hars» ve «medeniyet»
ayrımı yapmıyor, Batı uygarlığını iyi ve kötü taraflarıyla bir bütün
olarak görüyordu.
Osmanlı
Devletinden tamamen ayrı temellere dayanması istenen Yeni Türkiye, tüm
Batılı kurumları benimseyecekti, Gerçekten 1930'lara gelene kadar
gerçekleştirilen reformlarla, devlet aygıtı Batılı bir görünüm
kazanmıştı. Ancak bu yeni durum, tutarlı bir tarih anlayışından
yoksundu. Tam aksine, meşrutiyetçi Türkçülük, Batı modelini benimseyen
Yeni Türkiye'ye uymuyordu. Orta Asya efsaneleri ile Moğollarla ve
Tatarlarla ırk bağları kurarak Avrupa'ya yaklaşamazdık. Oysa Batı
antropolojisinde ve filolojisinde, Türkleri evrensel uygarlığa sokacak
bazı tezler vardı. Zaten Avrupa'nın ürünü olan bu tezleri benimsemek ve
bütün dünyaya ilan etmek yeterdi. Oysa, yapılan şey bunları çok aştı.
Tüm ırk ve ulusların kökenini Türk sayan yeni yaklaşım, yeni Cumhuriyeti
yakın tarihinden de koparıyor ve Osmanlı devletine realist bir yöntemle
eğilmeye olanak vermiyordu. Atatürk'ün desteklediği, fakat imzalamadığı
bu görüş, İkinci Dünya Savaşından sonra terkedildi.”50
“Kendi
tarihlerini yazmayan, uygarlıklarının bol miktarda nesnel ürünlerini
geriye bırakmayan ulusların tarihini, başka ulusların tarihine dayanarak
yazmak güçtür. Bu yüzden Orta Asya tarihi, efsaneler ve destanlarla
karışık bir biçimde bilinmeye devam etmiştir. Bir çok tarihçi,
efsaneleri bilimsel gerçeklermiş gibi aktarmışlardır. Mesela şu
Bozkurtlar meselesi de araştırılması gereken bir diğer husustur.
Cumhuriyet dönemine kadar kimsenin bilmediği bozkurt masalları, hiçbir
yerde rastlanmayan bozkurt figürleri acaba kimlerin eseridir?
İsrail’in 12 kabilesinden biri olan Benjamin’in sembolü kurttur.
Türkçülerin kullandığı bozkurt figürü ile Benjamin kurtu arasındaki
benzerlik sadece bir tesadüf mü?”51
“Irkçılık o zamanki yönetimin en önemli meselesidir. Prof. Dr. Mazhar Osman (Uzman), 1939’da verdiği bir konferansta “Birçok
çepheden yapıya muhtaç vatanı da soyu bozuklarla doldurmak,
darülacezeler, bimarhane ve hapishaneler için nesil yetiştirmek de hiç
şayanı temenni değildir. Onun için sağlamları çoğaltmağa teşvik ve
mecbur etmeliyiz, çürüklere de sen yetersin, senden nesle lüzum yok
demeliyiz” 52 diyerek; ileride İstanbul Valisi olacak olan Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay ise “Evlenirken
en kıymetli servet olarak ruh, beden sıhhati aramak suretiyle Türk
cemiyetine nesilden nesile en kıymetli miras olarak zinde çocuklar
hediye etmek milli bir vazifedir. Almanya gibi bazı memleketler ırk
hıfzısıhhasının emrettiği bu lazimeyi kısırlaştırma adı verilen bir
kanunla tatbike çalışıyorlar. Demokrat memleketler irşat ve vesaya ile
evlenme istişare odaları tesis etmek suretiyle vatandaşları aydınlatmak
yoluyla hedefe varmaya çalışıyorlar. Bizim de bu ciheti göz önünde
bulundurmamız lazımdır”53diyerek Nazi ırkçılığına özendiklerini ağızlarından kaçırıverdiler.”54
CUMHURİYETİN TÜRKÇÜ YAHUDİLERİ
“Tarihleri boyunca toplumlarını, “vaat edilen topraklar” ile ciddi bir dünyevi motivasyonla besleyen
Yahudi egemenleri, aynı zamanda süreklileştirilmiş bir mağduriyet
psikolojisini de diri tuttular. Yahudi halkının tarih boyunca büyük
acılar çektiği ne kadar gerçek ise, bu toplumun egemenlerinin sözü
edilen siyasetleriyle bu halkı sürekli hedef kılmakla buna neden teşkil
ettikleri de o denli gerçektir. Öyle ki tarihin çoğu döneminde sıradan
bir Yahudi dahi etnik ve dini kimliğiyle ortaya çıkamaz hale gelmiştir.
Bu da beraberinde Yahudilerde, uzun tarihi süreçler boyunca bazı
özellikler geliştirmiştir. Daha çok 17. yüzyılda ortaya çıkan
Sabetaycılıkta somutlaşan takiyyecilik bu özelliklerden en belirgin
olanıdır. Zamanla oluşan tepkiler yüzünden kendi gerçek kimliğiyle yaşam
olanağı bulamayan Yahudiler, onların deyimiyle “kendisini kendisine
saklayarak” girdikleri her ortamın rengine bürünmüşlerdir. Bir gelenek
haline gelen bu tutumda zamanla o kadar ustalaşmışlar ki iktidarlara ve
halkların kaderine yön vermek onlar için bir alışkanlık ve yaşam biçimi
halini almıştır. Girdikleri ortamda ilk ve temel hedefleri hep “üst”
yani iktidar odağı ve kurumları olmuştur. Bunu pratik beceri kadar
zihinsel yaratıcılık ve gelişen analitik zekâları sayesinde
gerçekleştirmişlerdir. Bu yaşam tarzını kanıksamışlar hatta meşru bir
hak olarak görmüşlerdir. Çoğu
toplumun değer yargısında “ilkesizlik”, “gayrı ahlakilik” vb.
nitelemelerle adlandırılan davranış biçimleri, Yahudi egemen
gerçekliğinde bir “hak” ve var olma tarzı olarak benimsenmiştir.
Öte yandan büründükleri ortamın öğelerinden daha fazla onlardan olunmuş
ve onları onlardan daha fazla savunmuşlardır. Fakat işin özünde bunu
onlar için değil kendileri için yapmışlardır ve bu durumu karşı taraf
çok sonradan fark etmiştir. “Kraldan kralcı” deyiminin özünü ortaya
koyan tipik tutum en fazla Yahudi gerçekliğinde vardır. Fakat o kral,
hep sonradan neye uğradığını şaşırmıştır. Yahudiliğin “Türk” rengine
bürünerek Türkçülüğü geliştirmesi bu davranış tarzının en çarpıcı
örneklerinden biridir. Türk
milliyetçiliğini Türklerden önce Yahudiler geliştirmiş ve bunu
Ortadoğu’daki tarihi amaçlarının bir parçası olarak ele almışlardır.
Osmanlı yönetiminde Türklük hor görülen ve aşağılanan bir kimlik iken
bu devletin son dönemlerinde Yahudiler tarafından öne çıkarılarak, kendi
stratejilerinin bir bileşeni kılınmıştır. Bu yönüyle resmi ya da devletleştirilen Türklük özü itibariyle bir Yahudi – Siyonist icadıdır.” 55
MOİZ KOHEN
Ziya
Gökâlp teorilerini oluştururken ve onun yamakları buna bir takım
ilâveler yaparken, mutlak anlamda Osmanlı ile hesaplaşmalarını
gerektirecek bir aykırı kimlik taşımamaları da mümkün değildi. Bu kimlik
de : “…Şeyhülislâm da mason olacaktır-Musa Kâzım Efendi gibi- en büyük
mürşid sayılan Ziya Gökâlp de mason olacaktır.” 56
“Gökalp
Ekim 1924’de öldü. Kendisini Gökâlp’in yetiştirmesi olarak takdim eden
İttihad ve Terakkî erkânı içinde görülen Yahudi dönmesi Tekin Alp, yani
nâm-ı diğer Moiz Kohen daha sonra Cumhuriyet döneminde de ideologluğunu
devam ettirecek ve Kemalizmin en önemli kitabını o yazacaktır…” 57
“Moiz
Kohen Türkleşme akımının ileri saftaki neferlerindendi. Bir hahamın
oğluydu kendisi de hahamlık eğitimi almıştı. Selanik Alyans Okulu’ndan
yetişti. İsmini Munis Tekinalp diye değiştirdi. ”58
“Tekin
Alp, Selanik mason örgütü üyesi, 1908’de İttihat ve Tarekki’ye üyesi,
1909’da Hamburg’da Dünya Siyonist Konresi’nde Selanik delegesi, 1915’de
Türkismus und Pantürkismus, 1928’de Türkleştirme, 1936’da “Kemalizm”
(Türkiye’de bir ilk), 1944’de Türk Ruhu adıyla kitaplar yayınlamış,
bütün yazılarında Gökalp çizgisini savunmuş, milliyetini “Türk” olarak
ifade etmiştir.”59
“Yazar, gazeteci, avukat ve tüccardı. Pek Kemalist ve kimilerine göre de pek fırsatçıydı.”60
“Yakın zamanda hakkında yazan Liz Behmoaras, “Kitabımda da belirttim. Kohen’in yaptıklarında her şey iç içe. Çıkar da var, ülkesine hizmet isteği de, inanç da...”61 diyor.
Aynı
makalede bu tartışma şöyle yürütülüyor: “Diğer taraftan Tekin Alp’in
Türkçülük fikrini benimsemiş olmasını da fazla büyütmemek gerekir. Bu
hükme; ‘Müşterek Vicdan’ başlıklı makalesindeki şu cümleler üzerine
varıyoruz: ‘Fransa’da
Fransız, İngiltere’de İngiliz, İtalya’da İtalyan olan bir Musevî’nin
Türkiye’de hemen Türk olmaması için hiçbir sebep yoktur.’ Bir başka cümlesinde aynen şu ifâdeyi kullanıyor: ‘Yahudi, kendini Osmanlı hissetmesine rağmen Yahudi olarak kalabilecektir.’
Bunun anlamı açıktır: ‘Şeklen Türk görünsen bile, aslında Yahudi’sin!’ Bir başka cümlesinde ise şu tehlikeli hedefi gösteriyor: ‘… ve merhum Theodor Herzl’in dileği olan; Yahudilerin kendi toprakları olmasını istiyorsak, bu topraklar Türkiye’dir.”62
“1935’e
gelindiğinde, Türkiye’de Tekin Alp’in “Yeni Türk” olarak adlandırdığı
bir yeni millet doğmuştur. Yeni bir târihe, “Allah”tan vazgeçip, “Tanrı”
diye adlandırdığı yeni bir yaratıcıya inanan yeni bir millet. Yeni Türk
başka bir kafaya, başka bir devlete, farklı bir ekonomiye ve yeni bir
dile sâhiptir.Tekinalp’e göre bu yeni
Türk’ün soyadını da değiştirmesi yerindedir; İslam adlarını bırakıp
Türk adları alacaktır artık. Yaban’ın, kendini sürgüne attığı o köyde
bulamadığı her şey “Kemalizm” olarak var olmaktadır.
Tekin
Alp “Kemalizm”de laik bir ulus yaratmaktan söz ediyordu ancak
lâiklikten ne anladığını ise söylemiyordu. İslamdan arındırılmış bir
Türklük istediği bellidir. Yer yer Kemalizmi yeni bir din olarak
algılama eğilimi de sezilen Tekinalp’i heyecanlandıran şeyin sadece
düşünsel olmadığı bellidir. “O; Türklüğe etnik açıdan değil, kültürel
açıdan bakıyor, kültürümüzü de Cumhuriyetle başlatıyordu. O’na göre
Osmanlı Devleti’nin varlığı, Türk Kültürü ile bağdaşmayan İslâmiyet’in
gölgesi altında kalmıştı. ‘Bu gölgeden uzaklaştıkça aydınlanma gerçekleşecektir’ diyordu.”63
“Tekin
Alp pek çok açıdan Türklüğü ve Türk Milleti'ni Gökalp'ten etkilenmesi
ile tanımlamışsa da din kurumunu İslamiyet'e bağlamamış, Türklerin İslam
öncesi inanış biçimleri ile tanımlamıştır. Bu aslında kendince Türkler ile Yahudilerin ortak bir noktada birleşmeleridir.Türkler
özüne dönmekte Yahudilerde bu özü benimsemektedirler. Aynı zamanda
Tekinalp için yeni cumhuriyetin ideologu demekte doğru olacaktır.”64
“Ziya
Gökalp’in Türkçülüğü-tabir maruz görülsün- bir nevi teslisden
ibaretti. Düsturu şu idi: ’Türk milletine, İslam ümmetine, Avrupa
medeniyetine mensubum.’ Yani Türkün milli vicdanını asırlarca müddet
boyunduruk ve esaret altında tutan şeriat zihniyeti hâlâ vaziyetini
muhafaza ediyor, henüz uyanan Türk milli vicdanını, rüşeym halinde iken,
ilk fırsatta boğmağa hazır duruyordu. (..) Muhitin ve o devirdeki ahvâl
ve şerâitin Ziya Gökalp Türkçülüğüne tahmil ettiği bu üç manevi kuvvet
arasındaki zıddıyet ilk aksülâmel hareketi ile patlak vermekte
gecikmeyecekti; ve hiç şüphe yok ki, şeriat devi, bu zayıf ve narin
vücudlu iki nevzadı, bir lâhza içinde yutacakdı.”65
Bu
satırlar, Tekin Alp’in, Gökalp’çi formülasyonunu, İslamlaşmak ilkesine
konjonktürel ve dolayısıyla geçici bir değer muamelesi yaparak,
Kemalizme uyarlar. Keza aynı satırlar, onun Türk inkılabını din-laiklik
üzerinden yorumladığının işaretlerini taşır. Nitekim Atatürk’den
bahsederken isim tercihini, İslâmî çağrışımlara sahip Mustafa Kemal
yerine Kamâl Atatürk’den yana yapmaktadır. Laiklik salt tek tek
bireylerin dinle ilişkilerinin hafiflemesi değil, Türkiye
cumhuriyetindeki bütün Türklerin milliyetlerini perdeleyen dini
örtünün kaldırılması anlamında milli bir siyasettir. Kendi ifadesiyle
‘yeni Türk, ancak bir tek manevi kuvvete itaat etmektedir: Milliyet
aşkı’66
”67
“Tekin
Alp için Lozan muahedesi ile İstiklal harbinin birinci kısmı biter,
manevi İstiklal harbi başlar. Bu kez mücadele edilecek düşman, fesler,
Türk kadınlarının gözlerini örten bu kalın ve siyah örtüler, içlerinde
binlerce meczubun döndüğü şu tekkeler, ekonomik ve mali esaret,
Bizans’ın levanten muhitlerinden devşirme ifadelere sahip bir nesir,
teokratik şeriat rejimidir.”68
“Tekin
Alp için Kemalizm diriliş ve teceddüd hareketi, revolution (s.11),
inkılâb, hususi bir rejim ve sistem (s.21)dir. Ayrıca o, sosyalizm,
solidarizm, faşizm gibi sonu izm’le biten tabirlerde olduğu gibi
‘hususi ve hususiyeti haiz fikirler ve prensipler üzerine müesses bir
rejim manası’ na sahip bir ideolojidir (Alp 1936:17). Kemalizme bir
emsâlsizlik de refakat etmektedir; mesela kemalizm bir ihtilal hareketi
iken o bütün ihtilal hareketlerinde mündemiç olan ‘vahşet haline avdet
ve yıkıcılık’tan münezzehtir.69 Kemalizm bir ideolojidir; fakat sadece o faşizm ve komünizmin aksine bânisi Kamâl Atatürk’ün ismini taşımaktadır.70 ”71
Kohen'den "yeni Amnetü": "Kahramanlık
örneği olan ve vatanın istikbâlini yoktan var eden Mustafa Kemâl’e,
onun cengâver ordusuna, yüce kanunlarına, mücahid analarına ve Türkiye
için ahiret günü olmadığına îmân ederim.
İyilikle fenalığın insanlardan geldiğine, büyük milletimin medeni
cihanda en büyük mevkii kazanacağına, hamaset destanlarıyla tarihi
dolduran kudretli Türk ordusunun birliğine ve Gazi’nin Allah’ın sevgili
kulu olduğuna kalbimin bütün hulûsuyla şehadet ederim.”, "Kemalizm, bidayetten bir tek tanrıya tapmıştır: millicilik.”72
Moiz Kohen’in Türkçülük hareketini istismar etmekle bir taşla iki kuş vurmak istediği üzerinde durulmuştur:
Bir yandan, ırk duygularından hareketle Türklerle Arapları birbirlerine
düşman edip, Türklerin ilgi alanını Filistin üzerinden uzaklaştırarak
burada Yahudileri serbest bırakmaya çalışmak; diğer yandan ise, gelişen
Türkçülük hareketini "İslam düşmanı" bir konuma sokarak Türkleri İslam’a
düşman etmeye çalışmak.
Yalçın
Küçük'ün aktardığına göre Tekin Alp, Dünya Yahudi Kongresi'nde osmanlı
delegesi olarak Türkiye'de bir ibrani devleti ya da "ibraniyeti yoğun"
bir devlet kurmaktan bahsetmiştir. "1906'yla 1926 arasındaki en önemli
kavga siyonistlerle benim rezervist dediğim, bu kitapta alliancist
denilenlerdir. Moiz Kohen'in 9'uncu Siyonistler Kongresi'nde Osmanlı
delegesi olarak konuşmasını yayımladım. 'Burası vaat edilmiş toprak'
diyor. Bunlar Osmanlı, ya da kurulacak devleti, adı olmasa da güçlü bir
ibraniyeti olan devlet olarak söylüyor. Siyonistler ise ayrı bir devlet
istiyor. Bu kendi içlerinde bir kavgadır. "Kohen aynı zamanda “Araplar
bizi arkamızdan vurdu” sloganının mimarıydı.”
Tekin
Alp, 1956 yılında Fransa’nın Nice şehrine yerleşti. Aynı yıl iki defa
Türkiye Dışişleri Bakanlığı’na yazılı olarak başvurdu ve konsolosluk
görevi istedi. Militanlığını yaptığı Cumhuriyet Halk Partisi değil,
Demokrat Parti iktidardaydı. İsteği reddedildi. 1961 yılında Nice
şehrinde öldü ve vasiyeti üzerine oradaki Musevî mezarlığında toprağa
verildi. Dediği gibi, “kendisini Türk hissetmesine” karşın hep “bir
Yahudi olarak” kaldı. Bir kısım Yahudimiz için Türklükle Yahudilik
arasındaki mesafe bu kadar kısaydı.”73
AVRAM GALANTİ
Avram Galanti (sonradan Soyadı Kanunu gereğince Bodrumlu soyadını almıştır)’yiise Türkçülük militanlığında Munis Tekinalp’ten geri kalmamamıştır.
“Galanti'nin Türkçülük çalışmaları Kahun ve Vambery’nin çalışmalarına göre daha
sistematik ve daha derindir. Üniversitelerde profesörlük yapan Galanti
Cumhuriyetin ilk dönemlerinde bir dönem CHP’den, bir dönem de bağımsız
olmak üzere iki defa milletvekilliği yapmıştır. Türk ırkçılardan çok
daha ırkçı bir “çizgi” tutturan Galanti, Türkiye’deki tüm halkların
asimilasyonunu savunmuş, bugünkü “tek”çi anlayışın teorisyeni olmuştur.
Türkçü görüşlerini birçok kitapta dile getiren bu Yahudi, Mustafa Kemal
hakkında yazdığı yazılarında onu adeta göklere çıkarmıştır. Galanti
bir yazısında da Tevrat’tan yola çıkarak, Yasef’in oğullarından
Togarma’nın Türkler olduğunu dile getirir ve bu biçimde Türklükle
Yahudiliği kendince birleştirmeye çalışır.”74
Yalçın Küçük'ün aktarımıyla Galanti'nin Mustafa Kemal hakkında yazdıkları şöyledir: "Otuz
beş asır evvel yaşamış İbrani peygamber ile, elyevm yaşayan Türk
peygamber arasında dünya işlerinde büyük bir müşabehet vardır. Musa,
büyük bir seciye sahibi idi. Mustafa Kemal de, büyük bir seciye
sahibidir. Musa, Mısır'da esarette inleyen İbranileri kuvvetli pazu ile
kurtardı. Mustafa Kemal de, esarete alınmak istenen Türkleri dahi
kuvvetli pazu ile kurtardı. Musa, esaretten kurtardığı İbranilere
hayatın ehemmiyetini anlatarak, hayat-ı içtimaiyelerini dünyevi kavanin
ile tesbit, takviye ve tersin etti. Mustafa Kemal de, esaretten
kurtardığı Türklere, hayatın ehemmiyetini anlatarak hayatı
içtimaiyelerini dünyevi kavanin ile tespit, takviye ve tersin ediyor.
Musa, beni beşerin saadeti için çalıştı. Mustafa Kemal de, beni beşerin
saadeti için çalışıyor. (...) Musa, ilahi peygamber olmakla beraber,
dünyevi, sosyalist ve hatta biraz komünist bir peygamberdir" vaazı karşında tereddüde düşecekler için, "Tevrat meydandadır" yollu buyurduktan sonra, "Mustafa Kemal, peygamberlik sahasında Musa'ya benziyor" kelamı ile damgayı vuruyor. ”75
Türkçü Galanti aynı zamanda Siyonisttir. Basel
Programı’nı yürürlüğe koyan Theodor Herzl'in, önündeki en büyük engel
olan II. Abdülhamid Han’ın aşılması için uygulamaya koyduğu plan
çerçevesinde “Mısır Cemiyet-i Israiliyesi”ni kurarak, Sultan’a karşı
faaliyetlerin artmasını sağlamıştır.76
Kohen ve Galanti...
İkisi de Türk değildir.
Peki, bu kişiler Türk değildi ama neden Türkçü idiler?
Bu soru önemli ve anahtar mahiyetindedir.
“Meselenin ilginç bir boyutu ise Türkçülüğün bu Yahudi – Siyonist karakterinin Cumhuriyet tarihi boyunca gizlenmesidir. Okullarda
okutulan tarih kitaplarında ve yayınlanan diğer eserlerde sanki Türk
milliyetçiliği, Siyonistlerin stratejik programlarının bir ürünü değil
de kendi iç dinamiklerinden ortaya çıkmış gibi anlatılır. Bu yaklaşımın
kendisi dahi Siyonist – takiyyeci tarzdır.”77
MÜBADELE VEYA SABATAYCILARIN YENİ CUMHURİYETE TRANSFERİ
“Sayıları
1,5 milyonu geçen Yunanlı Rum, Yunanistan’ın önce İzmir’i sonra da
Ege’yi işgal ettiği yıllarda işgal kuvvetlerine verdikleri destekten
utanarak ve başlarına geleceklerden de korkarak Türkiye’den kaçar gibi
giderler. Endişeli de olsa, Rum işgal güçlerine destek vermediği için
kendinden emin, işinde gücünde ve kötülük yapmadığından dolayı da tepki
görmeyeceğini düşünen az sayıdaki Rum ise Türkiye’de kalır.(...)
Yunanlılar işgalin ilk gününden beri Türk Ortodoks Hıristiyanlar ile
işbirliği yapmak istemiş ama başarılı olamamıştır. Çok önemli teklifler
sunmalarına rağmen Türk Ortodoksları ikna edememişlerdir. (...) Papa
Eftimci olarak da adlandırılan bu insanlar, Müslüman Türklerden önce
Orta Anadolu’ya yerleşmiş, Ortodoks Hıristiyanlığı seçmiş, Türkçe
konuşan Türklerdir. İşte Yunanlıların Eskişehir’e kadar geldikleri
günlerde Yunanlıların önemli tekliflerini reddeden Türk Ortodoksların 72
metropolü 1921’de Kayseri’de bir araya gelerek kongre düzenlemişler ve
oy birliği ile Milli Mücadeleyi destekleme kararı almışlardır. Nutuk’ta
övgü ile anılan Papa Eftim, hem cemaatin, hem de kongrenin
lideridir…(...) Bu insanlar tercihlerini Kuvvayı Milliye’den yana
yaptıklarından, kazanan taraftadırlar ve yeni devletin geleceğinde söz
sahibi olacakları beklentisindedirler.”78
“Dış
basında ilk gündeme geliş biçimiyle Mustafa Kemal Paşa, Padişah ve
gayrımüslim karşıtı mıydı sorusu, zamanla gerçek olmuştur. 1922’de
Saltanatı kaldırmış, 1923’de Lozan imzalanınca da ilginç bir şekilde
çoğu Milli Mücadeleyi destekleyen Anadolu’daki Papa Eftim Cemaati’nin
üyeleri Rumlar mübadele kapsamında Yunanistan’a gönderilmiştir.”79
“II.
Lozan görüşmelerinde mübadeleyi teklif eden, Dr. Rıza Nur’dur.
Görüşmeler sırasında Türkiye’nin her tezine itiraz eden Lord Curzon,
ilginç bir şekilde bu teklifi hemen kabul eder ve Türkiye ile Yunanistan
arasında mübadele konusu karara bağlanır. Kısa süre sonra da Türk
Ortodoks Rumlar trenlere bindirilerek Yunanistan’a gönderilmeye
başlanır. Türk Ortodokslar, Milli Mücadeleyi destekledikleri için
Yunanistan’a gittiklerinde başlarına nelerin geleceğinden emindirler; bu
nedenle de gitmek istemezler. Yalvarırlar, yakarırlar, fakat sonuç
alamazlar. Aldıkları cevap çok açıktır: “Türksünüz ama Müslüman
değilsiniz!”
Mustafa
Kemal’e başvururlar, araya girenler olur ve sadece Papa Eftim ve ailesi
için ayaküstü istisnai bir kanun çıkarılır ve yaklaşık 70 kişi
kurtarılır. Mübadele ile Ankara, Yozgat, Kayseri, Niğde, Konya,
Nevşehir, Eskişehir... gibi illerden yaklaşık 100 – 120 bin kişi
Yunanistan’a gönderilir.
Mübadeleye
kadar Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde 6.500 civarında Sabetaycı
yaşadığı kayıtlardan anlaşılmaktadır. Mübadele ile ne kadar Sabetaycının
geldiği ise tam olarak bilinmemektedir. 20.000 ile 100 bin arası farklı
sayılar ileri sürülmektedir.
Lozan
Antlaşması’nda yer alan İstanbul dışındaki Hıristiyanların mübadelesi
maddesi, bir yandan Anadolu’yu Müslümanlaştırırken, diğer yandan da iyi
eğitimli ve Sabetaycılar ile rekabet edebilecek Hıristiyanları da önce
Anadolu’dan, sonraki yıllarda da İstanbul'dan uzaklaştırmıştır.”80
Mübadelenin amacı bellidir: Sabataycıları yeni Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yapmak; muhtemel rakiplerini devre dışı bırakmak.
Başarılı da olunmuştur.
GELECEK BÖLÜM: DEVRİMLER
8Tamer Ayan, Atatürk ve Masonluk, Yurt Kitap Yayın-2008, s:189
9Bilal Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, 3. Cilt, Sayfa 96, TTK Yayını, 1979
10Tamer Ayan, Atatürk ve Masonluk, Yurt Kitap Yayın-2008, s:186
11Tamer Ayan, Atatürk ve Masonluk, Yurt Kitap Yayın-2008, s:188-189
12Tamer Ayan, Atatürk ve Masonluk, Yurt Kitap Yayın-2008, s:189
13Tamer Ayan, Atatürk ve Masonluk, Yurt Kitap Yayın-2008, s:189
15Tamer Ayan, Atatürk ve Masonluk, Yurt Kitap Yayın-2008, s:181
16Abdullah Burak, Atatürk Mason muydu?, www.8sutun.com//haber?id=38151,
17Tamer Ayan, Atatürk ve Masonluk, s:10, İstanbul-2008
18Tamer Ayan, Atatürk ve Masonluk, s:37, İstanbul-2008
19Abdullah Burak, Atatürk Mason muydu?, www.8sutun.com//haber?id=38151
20Tamer Ayan, Atatürk ve Masonluk, Yurt Kitap Yayın-2008, s:229-230
21Tamer Ayan, Atatürk ve Masonluk, s:340, Yurt Kitap Yayın-2008
22 İsa Tatlıcan, Atatürk Mason muydu?, www.isatatlican.com
23 Tamer Ayan, Atatürk ve Masonluk, s:249, Yurt Kitap Yayın-2008
24Necati Çavdar, Mason Tekkesi Şeyhini Arıyor, www.benimblog.com/NecatiCavdar
25Harun Özdemir, Yakın Tarihimizde İktidar Oyunları-3-, www.muvazene.com
29 İşte Ünlü Masonlar, Yeni Şafak, 12 Mayıs 2001
30 Ankara Üniversitesi Türk inkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S 27-28, Mayıs-Kasım 2001, s. 288
32Ankara Üniversitesi Türk inkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S 27-28, Mayıs-Kasım 2001, s. 289
36Harun Özdemir,Yakın Tarihimizde İktidar Oyunları -3-,www.muvazene.com
37Ali Ünal, Türk-Arap Karşıtlığının Ana sebep ve Kaynakları,Zaman, 12/04/2002
38Ayşe Hür,Pan Türkizmden, ırkçı Türkçülüğe, Taraf,9 Eylül 2008
39
Dr. Abdullah Cevdet(1869-l932) çıkarmış olduğu dergilerindeki
yazılarıyla hayatı boyunca İslami değerlere hücum etti... En büyük
hedefinin, "halk arasında dinin nüfuzunu kırmak” olduğunu söylüyordu.
Ölüp de" cenazesi Ayasofya Camisi'ne getirildiğinde cemaat cenaze
namazını kılmadı. Bunun üzerine cenazesinin götürülmek istendi. Cenaze
arabası bulunmaması üzerine Fener Rum Patrikhanesi'nden bir cenaze
arabası istendi. Haç işaretli bu cenaze arabasına konularak götürüldü.
44Prof.
Dr. Fazıl Hüsnü Erdem, Ulusal Kimlik İfadesi Olarak Türk Vatandaşlığı
Üzerine Kısa Bir Değerlendirme, Mavi Terazi Dergisi, Sayı: 4
45Ayşe Hür, Pan Türkizmden, ırkçı Türkçülüğe, Taraf, 9 Eylül 2008
46Ayşe Hür ,Pan Türkizmden, ırkçı Türkçülüğe, Taraf, 9 Eylül 2008
47Büsra Ersanlı Behar, İktidar ve Tarih – Türkiye’de “Resmi Tarih” Tezinin Olusumu (1929- 1937), 2. B., İstanbul, Afa Yayınları, 1996, s.12.
48 Kerem Dağlı, Milliyetçilik, Irkçılık ve “Türklük” KavramıMarksist Tutum dergisi, no: 35, Şubat 2008
49İkinci Tarih Kongresi Zabıtları, 1937, s. 85
50Taner Timur,Batı İdeolojisi, Irkçılık ve Ulusal Kimlik Sorunumuz, Yapıt, Haziran-Temmuz 1984, Sayı:5, sh:7-30.
51Taner Timur,Batı İdeolojisi, Irkçılık ve Ulusal Kimlik Sorunumuz, Yapıt, Haziran-Temmuz 1984, Sayı:5, sh:7-30
53 Fahrettin Kerim Gökay, IrkHıfzısıhhasında Irsiyetin Rolü ve Nesli Tereddiden Koruma Çareleri, CHP Konferanslar Serisi, Ankara, 1940, s. 11
54 Ayşe Hür, Pan Türkizmden, ırkçı Türkçülüğe, Taraf, 9 Eylül 2008
57Hüseyin
Hatemi,”Devrimler, Devlet Terörü ile Gerçekleştirildi” Aydınlar
Konuşuyor“Türkçülüğün diğer kaynağı ise Müslümanlığı kabul edip Osmanlı
Devleti’nde görev alan aslen Yahudi Polonya – Macaristan
milliyetçileri ve onların devamı denebilecek Selanik merkezli “İslamsız
Türkçüler”dir.,Yeni Asya Yayınları,İstanbul/1995,s.18
58Milliyet gazetesi, 31 Ocak 2005
59Yrd. Doç. Dr. Mustafa Aksoy, Munis Tekinalp (Moiz Kohen),http://www.turansam.org/makale.php?id=476
60Milliyet gazetesi, 31 Ocak 2005
61 Milliyet gazetesi, 31 Ocak 2005
62Oğuz Çetinoğlu, www.orienternet.de.
63Oğuz Çetinoğlu. www.orienternet.de.
65Tekin ALP(Moiz Kohen) , Kemalizm, s:5-6Cumhuriyet Matbaası, İstanbul-1936
66Tekin ALP(Moiz Kohen) , Kemalizm, s. 31, Cumhuriyet Matbaası, İstanbul-1936
67
Yrd.Doç. Dr. Mehmet ÖZDEN, Atatürk Döneminde Kemalist Metinler:
A’râfda Bir Kemalizm: Tekin Alp ve Kemalizm (1936), Bilig Dergisi, Yaz /
2005 sayı 34, s:62,
68
Yrd.Doç. Dr. Mehmet ÖZDEN, Atatürk Döneminde Kemalist Metinler:
A’râfda Bir Kemalizm: Tekin Alp ve Kemalizm (1936), Bilig Dergisi, Yaz /
2005 sayı 34, s:68
69Tekin ALP(Moiz Kohen) , Kemalizm, s:11-13, Cumhuriyet Matbaası, İstanbul-1936
70Tekin ALP(Moiz Kohen) , Kemalizm, s:17-18, Cumhuriyet Matbaası, İstanbul-1936
71Yrd.Doç.
Dr. Mehmet ÖZDEN, Atatürk Döneminde Kemalist Metinler: A’râfda Bir
Kemalizm: Tekin Alp ve Kemalizm (1936), Bilig Dergisi, Yaz / 2005 sayı
34, s:70
73Orhan Gökdemir, Türkçülüğün Kökenleri ya da Milli Türkçülüğe Giriş, Fabrika, Aralık 2005,
75Yalçın Küçük, Gizli Tarih, s.135
76Muzaffer Taşyürek, Kanayan Yara: Ortadoğu, Semerkand dergisi, 06/2001
78Harun Özdemir, Yakın Tarihimizde İktidar Oyunları-2-,www.muvazene.com
79Harun Özdemir, Kemalizm Nedir? Ne değildir?, www.muvazene.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder