28/12/2010
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik geçtiğimiz günlerde Çerkeslere hitap ederken, kendisini ödüllendiren web sitesinin ismi olan “Kafkas diasporası” ifadesine itiraz ederek, “...En
az 3000 yıllık bir tarihe sahipsiniz. Kafkasya'dan gelmiş olabilir
atalarınız ama Anadolu sizin özyurdunuz. Burası diaspora değil,
dolayısıyla Kafkas Diasporası diye bir kavram olmaz. Burası sizin
anavatanınız...” dedi.
Yine geçtiğimiz günlerde Yıldız Üniversitesi'nde yapılan “146. Yılında 1864 Kafkas Göçü: Savaş ve Sürgün” başlıklı konferansta da Ondokuz Mayıs Üniversitesi'nden Prof. Dr. Nedim İPEK diaspora kavramına takılmıştı. Değişik vesilelerle sık sık söz alan İpek, “Kafkas diasporası” tanımlamasından duyduğu rahatsızlığını dile getirmişti. İpek,
ısrarla Ermenileri hatırlatan “diaspora” terimi yerine, Kafkasyalılara
özgü yeni bir terimin türetilmesinin yerinde olacağını söylüyor ve
Almanyada çalışan Türklere verilen “Almancı” lakabını da buna örnek(!) olarak gösteriyordu.
Peki "diaspora" bu kadar ürkülecek bir kavram mı?
Elbette değil, ama ürküyorlar işte.
Sebebi de kendilerini diaspora olarak isimlendiren kesimlerin köklerini farklı bir orijine nispet ediyor olması.
Bu “farklılık vurgusunu” risk olarak görenler, farklılığı hatırlatan
bütün işaret ve izlerin bir an önce silinmesini istiyorlar. Böyle
olmadığını görünce de rahatsız oluyorlar.
***
Hazır gündem olmuşken, bizim de kendi penceremizden bir “diaspora” ve “Çerkes diasporası” analizi yapmamız yerinde olacaktır sanırım.
DİASPORA NE DEMEK?
Diaspora kavramı değişik kaynaklarda,
gerek etimolojik analizler yapılarak, gerek kavramın ilk izafe edildiği
toplumun(Yahudiler) özelliklerine bakılarak yapılan tespitlerle
tanımlanmaya çalışılıyor.
Kavramın “Yahudiler” haricindeki
toplumlar için de kullanılmasına cevaz vermeyen bağnaz yaklaşımlar ile
“köyden şehre çalışmaya giden gurbetçileri” de diaspora sayarak
sulandıran yaklaşımları bir kenara bırakırsak, bir toplumun diaspora
oluşturup oluşturmadığına karar vermek için şu üç kritere göz atmak
gerekir:
* O toplumun bir anavatanı olması,
* O toplumun anavatanından zorla çıkartılmış olması,
* O toplumun bireylerinde vatan ve kimlik bilincinin bulunması,
Bu ölçütlerle baktığımızda, bir diaspora
toplumunda ilk iki unsurun irade dışı gelişmelerle vücud bulduğunu,
üçüncü unsurun ise iradi olarak var olması gerektiğini görürüz.
Ve bu ilk iki unsur Türkiye
Çerkeslerinde mevcut özelliklerdir. Yani, Türkiye Çerkeslerinin bir
anavatanı vardır ve Çerkesler bu anavatanlarından zorla
çıkartılmışlardır.
Ancak bu iki unsurun var olması, Türkiye Çerkes toplumunu ‘diaspora’ olarak nitelendirmemiz için yeterli değildir.
Bir toplumda, farklı kimlikten gelen bir
grubun, diaspora toplumu sayılabilmesi için, bu toplumu oluşturan
fertlerin aynı zamanda vatan ve kimlik bilincine de sahip olmaları
gerekmektedir.
Mazisinden kopmuş, mensubiyet duygusunu
kaybetmiş, mevcut durumunu kanıksamış, içinde bulunduğu toplumun kimlik
ve kültürel değerlerini tamamen kabullenip özümsemiş birini diasporanın
parçası sayamayız. Yani bu evsaftaki kişiler bir diaspora toplumu
oluşturmaz.
VATAN ve VATAN BİLİNCİ
Türkiye Çerkes toplumunun durumu hakkında net bir kanaate varabilmek için konuyu biraz daha somutlaştırmamız lazım.
Önce kavramları ele alalım:
Vatan ve vatan bilinci nedir? Varlığı nasıl anlaşılır?
Yeşil dağlar, ıssız ormanlar,
keşfedilmemiş tabiat parçaları… tek başına vatan olarak
nitelendirilemez. Vatan, sadece topografik ve ekolojik bir gerçeklik
değildir.
Vatan tanımının ekseni insandır.
Bir coğrafya parçasına, bir nesli, bir
dili, bir kültürü… geleceğe taşıma görevi atfediliyorsa, işte o coğrafya
parçası vatandır. O neslin, o dilin, o kültürün vatanı. Yani, Anthony Smith’in benzetmesiyle ‘bir halka beşik olan coğrafyadır' vatan.
Yine bir kişide, dilinin, kültürünün ve
neslinin teminat altına alındığı böyle bir coğrafyaya sahip olma, onu
koruma arzu ve gayreti var ise o kişide vatan bilincinin olduğuna
işarettir.
Ve vatan bilinci, toplumsal beraberliğin ilk kaynağıdır.
***
Bu ölçüden hareket edersek, Türkiye’deki Çerkesler’in genel olarak bu bilince sahip olmadıklarını söyleyebiliriz.
Çünkü çoğu artık yaşadıkları ülkenin ulusal dokusuna eklemlenmiştir.
Çoğunun ‘vicdanlarında kanayan’ bir vatan problemi yoktur.
Çoğu için Kafkasya kendilerinin değil, atalarının vatanıdır.
Çoğu için Kafkasyalılık sadece bir orijin bilgisidir.
Çoğunun oraya endeksli bir gelecek tasavvuru veya hayali yoktur.
KİMLİK BİLİNCİ?
Peki kimlik bilincinin olup olmadığını nasıl anlayabiliriz?
Dil ve kültürünün gelecekte de yaşaması
kaygısı güden, bunun şartlarını sağlamak için gayret gösteren, yahut
gayret gösterenlere maddi veya manevi elinden gelen destekte bulunan,
veya bulunma arzusu duyan bir kimsede “kimlik bilinci var” demektir.
Şunu da belirtelim ki, diasporalar için,
dil bilmek, xabze bilmek, atalardan miras bir yaşam kültürüne sahip
olmak… gibi milli kimliği oluşturan bazı temel unsurlara sahip olmak,
kimlik bilincinin şartlarından değildir.
Çünkü bu unsurlar ancak günlük hayatın
parçası olduğu ortamlarda yaşatılabilir ve geliştirilebilir. Milli
kimliğin saydığımız temel unsurlarını kaybetmiş birinde gelişmiş bir
kimlik bilincinin bulunması gayet normal birşeydir.
Bir kişinin, sahip olduğu mazi
bilgisinden hareketle, bir dile, bir kültüre mensubiyet duygusu
hissetmesi ve bu değerlerin gelecekte de var olması için kaygı ve gayret
içinde olması, kimlik bilincinin var olduğunun yeter göstergesidir.
**
Türkiye Çerkeslerinde ise çoğunluk itibarıyla böyle bir kimlik bilincinin var olduğunu söyleyemeyiz.
Türkiye Çerkeslerinin çoğunluğu kimlik bilincine değil, sadece kimlik bilgisine sahiptirler.
TÜRKİYE'DEKİ ÇERKES DİASPORASI
Bütün bu söylediklerimizin ardından
yukarıdaki ölçütleri esas alan bir icmal yapacak olursak, Türkiye’de,
diaspora kavramının içini doldurabilecek nitelikte geniş bir Çerkes
varlığı olduğunu söyleyemeyiz.
Türkiye Çerkes diasporası çok küçük bir
nüfusa tekabül etmektedir. Çerkes etnisitesinden gelen nüfusun tahminen
% 10’u civarında bir rakamla ifadelendirilebilir.
***
Ancak şunu belirtmeliyiz ki, diaspora
toplumu olarak nitelendirilebilme özelliklerini yitirmiş yeni nesil
Çerkeslerin bir kısmına diaspora refleksleri kazandırabilme imkanımız vardır.
Ancak bunun için öncelikle ciddi bir düşünce reformu gerçekleştirmemiz gerekir.
***
Bugün Türkiye’de yaşayan Kafkasyalıların, babaları kent kökenli olan
önemli bir kesimi, içinde yaşadığı topluma tam eklemlenmiş(asimile
olmuş) vaziyettedir. Onlar için kimlik bilgisinin bile, hoş bir sohbet
mevzuu olmaktan öte bir anlamı yoktur.
Ancak, genelde babaları köy kökenli olan
diğer bir önemli kısmın asimilasyon süreci ise bütün acımasızlığı ile
devam etmekte olup, henüz tamamlanmamıştır.
Diasporik vasıflar kazandırılabilecek kitle de işte bu ikinci kesim Çerkeslerdir.
FİKİR HAREKETİ OLUŞTURMAK GEREK
Peki bunu nasıl yapabiliriz?
Öncelikle bu konuda insanların fikri alt
yapılarını (paradigmalarını) revize edecek, yeniden dizayn edecek, bu
çerçevede hayatına anlam kazandıracak tezler ortaya koymamız gerekir.
Kısa zamanda bir düşünce reformuna imza
atılamazsa, mevcut süreç tersine çevrilemezse bu ikinci kesim de önemli
oranda içinde yaşadığımız topluma eklemlenip gidecektir.
Zaten Kafkasyalıların ana sorunu da budur: İçinde bulundukları yok oluş süreci.
Bu sorun diaspora için de, anavatan için de cari olan en büyük sorundur.
Bu noktadan sonra çözüm yolu diasporadakiler için de, anavatandakiler için de aynıdır.
Bu aşamada hepimizin yüklenmesi gereken misyon, bu yok oluş sürecinin durdurulması ve tersine çevrilmesi için çalışmaktır.
Çünkü böyle büyük bir hedefe ulaşmak toplumun tamamının katılacağı zorlu bir mücadele ile mümkündür.
Ancak toplumumuzda var
olmayan bu isteği uyandırmak için “toplumu bu hedefe kilitleyecek bir
fikri atmosferin tesis edilmesi” ön şarttır. Bu duyarlı kesimlerdeki
dağınıklığı da önleyecektir.
Diğer bir deyişle, topluma
önderlik edecek vasıftaki kişilerin ve diğer fikri meşgale içinde
olanların, değişik zamanlarda, değişik platformlarda mümkün olduğunca
sık bir araya gelerek birbirlerini tanımaları, tartışmaları ve “sistematize edilmiş bir toplumsal var oluş iradesi” ortaya koymaları; bunu dokümante ederek toplumun bütün kesimlerine yaymaları lazım gelir.
Bu çalışmalar ile önce aydınlarımız
arasında, sonra halk arasında fikri birliğin; ardından fiziki
beraberliğin ve yok olmaya karşı direniş ruhunun ortaya çıkması
mümkündür.
Zaten ufukta umut besleyeceğimiz başka bir çıkış yolu da gözükmemektedir.
Vesselam.
28 ARALIK 2010
28 ARALIK 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder