08/11/2010
On sene kadar önce düşünce eksenli
olacağı belirtilerek kurulan bir tartışma grubuna gönderdiğim ilk
yazıda, düşünce üretebilmek için öncelikle terim ve kavramlara
yüklediğimiz manalarda mutabakat sağlayıp, ortak bir dil kullanmamız
gerektiğini söylemiştim.
Çünkü zihnimiz, dışımızdaki dünyayı ses veya şekli kavramlarla algılar ve anlamlandırır. Şayet bir kelime, bir terim zihnen anlaşılması gereken soyut bir kavram ise sınırlarını, kapsamını iyi belirlemek icap eder. Bir kelimenin bilimsel kullanımı ile günlük hayattaki kullanımının farklı olması durumunda yine kavram yanılgıları ortaya çıkar.
Birçok kavram yanılgısı da derinliğine inmeyen yüzeysel bilgiden kaynaklanır.
Bu yüzden sağlıklı bir diyalog için
tarafların terim ve kavramlara aynı manaları yüklemeleri şarttır; aksi
halde diyalog değil sadece monolog olur.
Kavram tartışması felsefi bir tartışma
olup, mantık biliminin alanına girer. Mantığın olmadığı yerde zan ve
hurafelerin hakim olacağını unutmamak gerekir.
***
Bu kısa girizgahı camiamız için gecikmiş
bir tartışma konusu olan “Çerkes kimdir?” sorusuna “mantıklı” bir cevap
arayışına gireceğimiz için yaptık.
***
Konuya sağlıklı bir giriş yapabilmek
için önce terimin tarihsel kökenlerine uzanmak, “Çerkes”
isimlendirmesinin ne zaman ve nasıl ortaya çıktığını araştırmak gerekir.
Bu konuda pek çok yerde, -bazılarının
hiç iler-tutar tarafı da olmayan- pek çok izahat var. Ancak Ermeni yazar
Arsen Avagyan'ın “Çerkesler” isimli kitabında yer alan izahatlar
bunların en derli toplusu diyebiliriz. Avagyan kitabının birinci
bölümünde konuyla ilgili yapılan farklı değerlendirmeleri bir araya
toplamış ve hepsini analize tabi tutarak bizce akla en yakın sonuca
ulaşmış. Biz de Çerkes teriminin orijinini belirlerken bu “hazır
çalışmadan” faydalanacağız.
***
Avagyan kitabında, bilim adamlarının
Çerkes teriminin kökeni üzerine ileri sürdükleri üç farklı görüşü bir
araya topluyor. Çerkes teriminin “Greko-Latin” ve “İran” orjinli
olabileceğine dair görüşleri sıraladıktan sonra sorunlu taraflarını
ortaya koyan Avagyan, en mantıklı izahatın V. M Atalikov'un (Stranitsi
istorii, Nalçik-1987, s.18-19) dile getirdiği,
“Çerkesya (ya da Jarkazya) terimine XIII. Yüzyılın ikinci yarısından
önce rastlanmaz (o zamana dek genellikle Zihya adı kullanılmaktaydı).
Oysa Tatarların tam da XIII. Yüzyılda Kırım'ı yurt edinmeleri, Zihlerin,
daha sonra 'Çerkesler'e dönüşen 'Jarkazlar' etnonimini onlara borçlu
olduklarını düşündürür. Bilindiği gibi Tatarlar göçebeydi, ancak Zihler
toprağa bağlıydılar. Bu da (jar-çer-toprak ve kaz-kes-kazmak, kesmek,
bellemek, işlemek'ten) Türki dillerde 'Jarkaz' olarak ifadesini
bulmuştur. Dilbilim teorisine göre ve bir ölçüde de Türkoloji'de 'j ve
dj' fonemleri ve 'z'nin, yerine göre 'ç' ve 's' ye dönüştükleri
bilinmektedir” açıklaması olduğunu belirtiyor.
Avagyan, Atalikov'un terimin Türkçe
orijinli olduğu yönündeki görüşünü isabetli bulmakla birlikte
etimolojisinin farklı olabileceğini düşünmektedir. Avagyan'a göre Çerkes
teriminin kökeni “Çeri-kes” olup “cengaver” manası ihtiva etmektedir.
Avagyan kitabında, “Çerkes teriminin ortaya çıkış dönemi Kırım'da Moğol Tatar fethi ve Tatarların buraya yerleşmesi ile denk düşmektedir” ve “Bilinen bütün kaynaklar Türkler ve Tatarların Zihlere (Adigelere) özellikle Çerkes dediklerine tanıklık etmektedir” diyor.
Çalışmasında, bazı ilim adamlarının“Çerkes” terimini ulus adı saydıklarını belirten Avagyan, “Ama
bu durumda, Adigeler için kullanılan bu adın, Adigelere çok uzak olan
ve onlarla bir akrabalıkları olmayan halklara bile mal edilecek kadar
bir yaygınlığa sahip olabilmesinin nedeninin açıklanması zorlaşmaktadır.
XVII. Yüzyıldan itibaren bütün Kuzey Kafkas halkları “Çerkes” sözcüğü
kapsamında değerlendirilmişlerdir” tespitini yaparak, “Adigelerin de Çerkes terimini (kendileri için E.K.) mutlak bir isim olarak tanımlamadıklarına” dikkat çekiyor.
Çerkes sözcüğünün yaygın olduğu
Kafkasların dışında, batıya yakın ülkelerde ve Avrupa'da, özellikle de
Türkiye'de, Çeçenler, İnguşlar, Dağıstanlılar, Abazalar ve diğer Kuzey
Kafkasyalılar'ın da kendilerini Çerkes kökenli saydıklarını belirten
Avagyan, “Bu nedenle Çerkes teriminin etnik değil de daha çok sosyal bir anlam içerdiği kanıtlarla temellenmiş bir sav olarak ortaya çıkmaktadır” değerlendirmesini yapıyor.
Avagyan sözlerine şöyle devam ediyor: “Çerkes sözcüğü, böyle bir bakış açısıyla “Arap” ya da “Kürt” sözcükleriyle bir tutulabilir. (Bilindiği
gibi Asur ve Babil kaynaklarında ve Tevrat'ta “Arib” ve “Arap”
sözcükleriyle çeşitli göçebe boylar, bu arada biribirlerinden hem
coğrafi olarak uzak, hem de birbirleriyle kan bağı ya da birlik
ilişkileri olan topluluklar da kast edilir. Romalılar ve Bizanslılar
“Arap” sözcüğünü, “göçebe savaşçılar” anlamında, bir savaş terimi olarak
kullanırlardı. Ancak “Arap” terimi, coğrafyacılar ve tarihçilerin
çalışmaları sayesinde çok sonraları bir etnik ad anlamı kazanmıştır.
Aynı şekilde Kürt sözcüğünün de
gelişimi, terimden etnonime doğru olmuştur. V. Minorski ve O.
Vilçevski'nin ileri sürdükleri ve temellendirdikleri sava göre,
başlangıçta “Kürt” terimi etnik bir adlandırma olmayıp sosyal anlam
taşıyor ve aynı savaşçı kabile yapısı içindeki İran dili konuşan
göçebelerin tamamını tanımlamaya yarıyordu. “Kürt” terimi, etnik isim
olarak anlamını, ancak çok sonraları yaygınlık kazandığında edinmiş
oldu.)
“Arap”
ve “Kürt” terimleri gibi “Çerkes” terimi de Tatarlar ve Türkler
tarafından sosyal anlamıyla; onları izleyenler ve başka halklar
tarafından da savaşkan dağlı boyları tanımlamak için
kullanılmıştır. Bundan dolayı Çerkes teriminin, Türkçe kaynaklı
“savaşçı, savaşkan” olarak yorumlanması yerinde olacaktır. “Arap ve
“Kürt” terimleri, Çerkes terimiyle mevcut farkına karşın, Arapların ve
Kürtlerin de kendilerini böyle adlandırmaları nedeniyle, zamanla etnik
ad anlamı kazanmıştır. Ancak Çerkes terimi hiçbir zaman sosyal ve coğrafi ad olma çerçevesinin dışına çıkmamıştır. Bu yüzden Çerkes terimine, Rusların bütün Kuzey Kafkasya halklarını tanımlamak için kullandıkları “Dağlı”
adlandırması daha uygun düşmektedir. Çerkes teriminin bu kadar yaygın
olmasına karşın, ciddi bir bilimselliği olmadığını da belirtmeden
geçmemek gerekir.”
Ve Avagyan, bu değerlendirmelerin
ardından, kitabına verdiği “Çerkesler” ismiyle bütün Kafkasya halklarını
kast ettiğini de sözlerine ekliyor.
***
Adige kökenli yazar İsmail Berkok da kitabında (Tarihte Kafkasya) benzer bir yaklaşımla Kir-Kas teriminden hareket etmekte ve “...
Adige ve Çerkes tabirleri müterafik (karışık E.K.) değildir. Adigeler,
Kas, Kirkas (Çerkes E.K.) milleti içerisinde bir zümre teşkil ediyor ve
garpta yaşıyorlar. Kaslar ve Kirkaslar (Çerkesler E.K.) ise Adigeleri de
içerisine alan daha geniş bir saha işgal ediyorlardı. Binaenaleyh Adige
ve Kirkas (Çerkes) isimlerinin şumul bakımından yekdiğeri ile
münasebetlerini şöyle bir mantık kaziyesi ile ifade etmek mümkündür: 'Her Adige Kirkas (Çerkes)'dir, ancak her Kirkas (Çerkes) Adige değildir.” demektedir.
***
Konu genişletilip daha çok kaynak
irdelenebilir. Fakat bir makale sınırları içinde kalabilmek için bu iki
alıntıyla yetinmek durumundayız; ki alıntıladığımız açıklamalar zaten
konunun özünü ortaya koymaktadır; fiili durum da böyledir.
***
Sözü bugün Çerkes terimi etrafında
yapılan tartışmalara getirirsek, ortaya çıkış süreci ve geçirdiği evrime
bakarak “Çerkes”in sadece Adigeleri ifade eder tarzda kullanımının
yanlış olacağı ortadadır.
Bu yanlış şekliyle kullanıldığı
takdirde, daha ilk adımda geçmişin yazılı kaynaklarıyla çelişilmiş
olacaktır. Çünkü o kaynaklarda Çerkes teriminin sadece Adigeler için
kullanılmadığını hepimiz biliyoruz.
Soruna çözüm üretiyoruz zannıyla oturmuş bir terminolojiyi heves veya yanlış bilgilerimize uydurmaya çalışmak sorunu daha da içinden çıkılmaz hale getirmekten başka bir işe yaramayacaktır.
Toplumsal yaşamda ilişki kurmanın ve
birlikte iş yapabilmenin en önemli aracı olan kavramlar, açık, net ve
herkesce bilinen manalarında kullanılmalıdır.
Yani eskilerin deyimiyle 'tarif ağyarını mâni, efradını câmi', yani içermesi gereken herşeyi içeren, dışında bırakması gereken herşeyi de dışında bırakan, tarzda olmalıdır.
Böyle olmazsa ne olur?
Böyle olmazsa, tartışmalar iddiaların
hayata geçirilmesi sürecinde ortaya çıkar ki, o zaman meydana getireceği
tahribat çok daha büyük olur.
Nitekim şimdiden oluşturduğu kamplaşma ile tahribatına başlamıştır bile.
8 KASIM 2010
8 KASIM 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder