28/11/2011
Gürcistan devleti son birkaç yıldır Çerkesler'in nabız atışlarını hızlandıran çalışmalar segiliyor.
Bu
heyecan veren çalışmaları yapan merkez, yaraları henüz kapanmamış
katliamların sorumluluğunu üzerinde taşıyan Tiflis olunca, doğal olarak
“neden?” diye sormadan edemiyoruz.
Çinli General ve Askeri Teorisyen Sun Tzu'nun “düşman” ve “bilmek” üzerine güzel bir sözü var :
"Eğer kendini ve düşmanı biliyorsan bütün savaşları kazanırsın;
Eğer
kendini biliyor, düşmanı bilmiyorsan birini kazanır diğerini
kaybedersin; Eğer kendini ve düşmanını bilmiyorsan bütün savaşları
kaybedersin.” (Savaş Sanatı)
Bu yüzden, ellerinde hala kardeşlerimizin kanını taşıyan, hala saldırmazlık anlaşması imzalamayan, dolayısıyla “düşman” konumunda bulunan bir ülkenin yöneticilerinin yaptıkları “şirinlikleri”, içeriğini bilip anlamadan sorgusuz sualsiz kabul etmemiz mümkün değildir.
***
Bir kere
bildiğimiz bir gerçek var: Bu girişimler Gürcistan yöneticilerinin kendi
inisiyatifleri ile geliştirdikleri çalışmalar değildir. Gürcistan'ın
yürüttüğü projelerin arkasında ABD vardır ve bu zaten saklanmamaktadır.
Öyleyse bu,
Gürcistan'ın atraksiyonlarını anlamlandırabilmek için önce Washington'un
Kafkasya'ya olan ilgisini anlamamız gerekiyor demektir.
Şu bir gerçek ki,
Amerika'nın kurduğu küresel sömürü düzenini “verimli ve güvenli bir
şekilde” devam ettirebilmesi için güçlü bir Kafkasya ayağına ihtiyacı
vardır. Çünkü Kafkasya ABD için, hem Rusya ve İran gibi karşısında
gördüğü iki gücü, hem bölgenin yer altı zenginliklerini, hem de küresel
pazarlara çıkış yollarını kontrol edebileceği kilit bir coğrafyadır.
Süreci biraz geriden alarak günümüze kadar izlersek tabloyu daha net görebilmemiz mümkün olacaktır.
***
Daha önceki bir yazımda, 1997 yılında oluşturulan 'Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi” (PNAC)'den bahsetmiş, amacının "Amerikanın küresel liderliğini desteklemek" olarak deklare edildiğini1 yazmıştım.
Projeden hemen sonra “Yeni yüzyıl için strateji, güçler ve kaynaklar” adlı bir rapor kaleme alındığını ve bu raporun 2000 yılından itibaren Amerika'nın resmi politikası haline geldiğini, PNAC'ca yapılan stratejik analizlerde 21. yüzyılın “Amerikan yüzyılı” olmasının öngörüldüğünü, bunun gerek şartının da “dünya enerji havzalarının kontrol edilmesi” olarak
belirlendiğini ifade ederek, dünyanın en zengin enerji yataklarını da
Ortadoğu, Hazar ve Orta Asya olarak sıralamış; bu merkezce yazılan
raporlarda “Projenin hayata geçirilebilmesi için Amerika'nın yeni Pearl Harbor'lara 2 ihtiyacı var” denildiğini de ayrıca kaydetmiştim.
PNAC ABD'nin devlet politikası haline getirildikten sonra ise şunlar oldu:
- Strasbourg’daki AB Parlamentosu'nda ikili görüşmelerde bulunarak “Taliban yönetiminin devrilmesi konusunda” Avrupa’dan destek talep eden Ahmet Şah Mesut, bu görüşmeden iki ay sonra 9 Eylül 2001 tarihinde gazeteci kılığındaki suikastçılar tarafından öldürüldü.
- Bu suikastten sadece iki gün sonra 11 Eylül 2001’de beklenen “Pearl Harbor” muadili saldırı gerçekleşti ve ABD’nin New York ve Washington kentlerinde iş kulelerine gerçekleşen saldırılarda 3 binin üzerinde insan öldü. Bu saldırı, ABD’ye istediği fırsatı verdi ve Afganistan’ın birinci hedef haline gelmesine yol açtı. ABD Başkanı George Bush, saldırıyı El Kaide örgütünün gerçekleştirdiğine dair ellerinde kanıtlar olduğunu söyleyerek Usame bin Ladin'i istedi. Taliban’ın ABD’ye verdiği red yanıtı, beklenen saldırının gerekçesini teşkil etti. ABD 7 Ekim 2001 tarihinde “Afganistan’a Sınırsız Özgürlük” adını verdiği hava taarruzunu başlattı. Buradaki asıl hedef tabii ki Afganistan üzerinden Orta Asya enerji kaynaklarına uzanmaktı.
- Ardından atılan ikinci adımda ise Orta Doğuhedef alındı. Suudlar, emirlikler zaten kontrol altında olduğu için namlular Irak ve İran'a çevrildi. ABDve Britanyahükümetleri,
Irak'ın kitle imha silahlarına sahip olduğu -ki sonradan bu iddianın
boş olduğu görüldü- ve bu silahların koalisyon ülkeleri başta olmak
üzere bir çok ülkenin güvenliğini ciddi şekilde tehdit ettiği iddiasını
ortaya atarak, 20 Mart 2003'de müttefikleriyle birlikte bu sefer “Irak'ı Özgürleştirme Operasyonu”adını verdikleri bir harekâtla Irak'a girdi.
Böylece Orta Doğu'nun en zengin enerji yataklarının önemli bir parçası daha ABD'nin kontrolüne geçmiş oldu.
- ABDOrtadoğu'daki
yeni hedefini, İran'daki enerji havzalarını kontrol altına almak olarak
belirledi. Onun içindir ki İran, her vesileyle üzerindeki baskı
artırılıp, uluslararası arenada yalnızlaştırarak diz çöktürülmeye
çalışılıyor.
- Bu arada ABD, Hazar'ı, yani Kafkasyabölgesini
kontrol altına alırsa İran'ı da daha rahat diz çöktürebileceğini gördü
ve gözünü Kafkasya'ya dikti. Kafkasya bölgesinde kuracağı bir kontrolle
hem hedeflediği bir bölgeye hakim olmuş olacak; hem de direnen İran'ı
bütün cephelerden çevreleyerek bloke edip düşürmüş olacaktı.
Yani bir taşla iki kuş...
Amerika'nın Kafkasya'ya yönelik hamlelerinin ana sebebi budur; yani enerji havzalarını kontrol altına almak.Tabii
bunu yaparken “cambaza bak” taktiği ile enerji yataklarından filan hiç
bahsetmeyip, saldırdığı ülkelere “özgürlük götürmekten” bahsediyor.
YENİ ABD POLİTİKALARI
ABD'nin
Kafkasya'ya 11 Eylül 2001'den itibaren yoğunlaşan ilgisi hem Gürcü
askerlere eğitim vermek, hibeler vermek gibi devletin fiili
icraatlarıyla; hem de STK görünümlü kurumların (JTF gibi) faaliyetleri
üzerinden ete kemiğe büründürüldü. Nitekim bugün artık aşikardır ki,
Kafkasya'da yönetimin ağır baskısına muhatap olan ve yaşamı tehdit
altına giren Fatima Tilisova'nın içinde bulunduğu sıkışık durumdan
istifade edilmiş, bu projelerde kullanılmak üzere Amerika'ya
götürülmüştür.
***
Ancak, ABD bu
politikalarını fazla sürdüremedi. O dönemde Beyazsaray'ı elinde
bulunduran Bush yönetimindeki Cumhuriyetçilerin Kafkasya politikaları, 8
Ağustos 2008'de Saakaşvili'nin “Bush abisi” gibi “Özgürlük götürüyorum”
sloganıyla Güney Osetya'ya saldırması ve ardından Rusya'nın savaşa
müdahil olması sonucu Rus tanklarının paletleri altında ezilerek yok
olup gitti.
***
Ve daha 8 Ağustos savaşının dumanı
dağılmadan ABD'de başkanlık seçimleri yapıldı. 22 Ocak 2009'da Barak
Obama liderliğindeki demokratlar ABD yönetimini devraldı. Obama'dan
sonra ABD'nin Kafkasya politikaları şekilsel olarak değişikliğe uğradı.
Nitekim bu politika değişikliği Obama'nın 22 Temmuz 2009’da Moskova'ya
yaptığı ziyaret sonrasında Başkan Yardımcısı Joe Biden tarafından
deklare edilmiştir. Bilindiği gibi Biden, ABD'nin Moskova’nın kırmızı
çizgilerine dokunmayacağını, Kafkasya’da da mevcut konumunu muhafaza
etmekle yetineceğini söylemişti.
***
ABD bu aşamadan sonra bölgesel çalışmalarını STK'lar(!) aracılığıyla yürütmeye başladı. Tiflis'i merkez seçerek oyunu tamamen Kuzey Kafkasya halkları ve diasporası üzerinden kurdu.
ABD'nin hedefi, Çerkesler üzerinden Rusya Federasyonu'nun Güney sınırlarını oluşturan Kuzey Kafkasya'yı hareketlendirerek istikrarsızlaştırmak, oluşacak kaos ortamında Hazar Bölgesi enerji kaynaklarını hegemonyasına dahil etmektir.
Bu senaryonun baş aktörlüğü de Gürcistan'a verildi.
Ancak senaryo yazılırken, canla başla
oynaması için baş aktörün beklentileri de dikkate alındı. Baş aktör
Gürcistan'ın beklentisi ise malum: Abhazya ve Güney Osetya'nın tekrar
Tiflis'in güdümüne sokulması.
***
...VE ESAS OĞLAN SAHNEDE
Öncelikle Abhazya ve Güney Osetya'nın diaspora desteğinin kesilerek, dış dünyada yalnızlaştırılması planı devreye sokuldu.
Bunun için Şubat 2010'da Gürcistan
Parlamento Başkanı David Bakradze Türkiye'ye bir çalışma ziyaretinde
bulundu. Bakradze bu ziyaretinde Türk tarafına, Gürcü, Abhaz ve Oset halk temsilcilerini bir araya getirecek bir seri projeyi hayata geçirme önerisinde bulundu.
Peşinden, Gürcistan Parlamentosu basın merkezinden bir açıklama yapılarak Gürcistan
Hükümeti tarafından kabul edilen stratejik plana göre öncelikle
Türkiye'de yaşayan Abhaz diasporası ile diyalog kurulacağı duyuruldu.
Yine aynı tarihte Gürcistan'ın entegrasyondan sorumlu Yahudi3 asıllı Devlet Bakanı Temur Yakobaşvili, Civil.ge internet portalına yaptığı açıklamada, “Türkiye'de yaşayan Abhaz diasporasının Gürcistan’a karşı kararlı bir duruşları var. Bizim onlar üzerine ciddi çalışmamız lazım" diyerek baklayı ağzından çıkardı.
Bu planla Güney Osetya ve özellikle
Abhazya yönetimi üzerinde diaspora üzerinden baskı oluşturulması ve
diasporayla aralarında mümkün mertebe “yarıklar” meydana getirilmesi
hedefleniyordu.
***
Bu sözlerin üzerinden bir ay geçmeden
Mart 2010'da ilk somut adım atıldı. Tiflis'te, ABD'de faaliyet gösteren
Çerkes dernekleri, ABD'deki Jamestown Vakfı ve Tiflis Kafkas Enstitüsü
tarafından ortaklaşa olarak "Gizlenen suç ve devamı: Kafkasların dünü ve geleceği"
konulu bir konferans düzenlendi. Yalnız -çok uğraşılmasına rağmen- bu
toplantıya diasporadan Abhaz kökenli kimseyi götüremediler. Adige
kökenli hemşehrilerimizden dar bir katılımla yetinmek zorunda kaldılar.
Konferansın ardından, Gürcistan Parlamentosu'na gönderdikleri "Çarlık Rusyası'nın yaptığı Çerkes Soykırımı tanıyın" tasarısıyla ise Çerkes halkının “sinir uçlarına” dokunmayı ve Çerkes dünyasının dikkatini üzerlerine çekmeyi başardılar.
***
Sonraki adımda Gürcistan
Cumhurbaşkanı Saakashvili 11 Ekim 2010 tarihinde Rusya Federasyonu'na
bağlı Kuzey Kafkasya Cumhuriyetleri Dağıstan, Çeçenistan, İnguşetya,
Kuzey Osetya, Kabardey-Balkar, Karaçay-Çerkes ve Adıgey Cumhuriyeti
vatandaşlarının vizesiz olarak 90 gün süreyle Gürcistan'da bulunabileceklerine dair bir kararname imzaladı.
Nitekim alınan bu kararın satır araları Adıgey Cumhuriyeti'ndeki “Çerkes Halkının Milli Geleneklerini Yaşatma” adlı sivil toplum kuruluşu başkanı İlyas Soobtsokov tarafından şöyle okunuyordu: “Bu bir Amerikan projesidir. ABD bu şekilde Kuzey Kafkasya'da ağırlığını artırmaya çalışıyor”.
***
20-21 Kasım 2010 tarihlerinde Tiflis'te,
Gürcistan İlia Devlet Üniversitesi ve Amerikan Jamestown Vakfı
tarafından organize edilen "Kayıp Milletler, Süregelen Suçlar: Geçmiş ve Gelecek arasında Kuzey Kafkasya"
konulu uluslararası konferansın ikincisi gerçekleştirildi. 2 gün süren
konferansa içlerinde Cahar Dudayev'in eşi Alla Dudayeva ile Çeçenistan
eski Cumhurbaşkanı Aslan Mashadov'un oğlu Anzor Mashadov'un da bulunduğu
çok sayıda ülkeden diaspora mensubu, Gürcü politikacılar ve
akademisyenler katıldı.
***
... Ve 20 Mayıs 2011'de ise Gürcistan Meclisi sürpriz bir şekilde "Çarlık Rusyası'nın Çerkeslere soykırım uyguladığı" kararını
kabul ederek Çerkes dünyasını bir kez daha dalgalandırdı. Sürpriz
diyorum, çünkü ben Gürcistan Parlamentosu'nun böyle bir kararı
alabileceğini gerçekten beklemiyordum.
2011 Ağustos'u başında da Gürcistan Diaspora Bakanlığı, bu kararı somutlaştırmak için kolları sıvadı ve Gürcistan'da bir “Çerkes Soykırımı Anıtı” yapılması için ödüllü uluslararası bir yarışma başlattığını ilan etti.
***
GELİŞMELER KARŞISINDA ABAZALAR VE ADİGELER'İN TAVRI
Ancak bütün bu süreçler gerek
anavatanda, gerek diasporadaki Abazalar'ın Tiflis'e karşı kararlı
duruşunda bir gevşeme meydana getiremedi.
Abazalar'ın Gürcüler'e güvenmemesinin pek çok sebebi var.
Bunlardan birisi, 1996 yılında
Abhazya'ya karşı Gürcülerin talebiyle başlatılan uluslararası ambargonun
-anlamsız bir şekilde- hala devam ediyor olması; ki bu ambargonun
sürmesinin sadece Ruslar'ın işine yaradığı bilinmesine rağmen...
Ambargoyu delmek içindir ki Abhazlar'ın neredeyse tamamı bugün artık Rus
pasaportu sahibi olmuşlardır.
Bir diğer sebep, Gürcistan'ın
Cenevre görüşmelerinde hala saldırmazlık anlaşmasını imzalamaya
yanaşmıyor olmasıdır. Gürcistan'ın bu anlaşmayı imzalamaması, Abhazlar
tarafından, “Demek ki Gürcistan biraz güçlenirse savaş yoluna başvuracak” şeklinde değerlendirilmektedir.
Halbuki Gürcistan sadece bu iki hususta
bile pozitif bir tavır ortaya koyup adım atsa, güven problemini önemli
ölçüde halledecektir. Üstelik bu iki madde Gürcistan için mevcut fiili
durumdan farklı aleyhte ciddi bir yeni sonuç da doğuracak değildir.
Bu sebeptendir ki Gürcistan aldığı bu soykırım kararı ile Adigelere şirin gözükürken; Abazalar'ı hiç etkileyememiştir.
Pek yaygın ve derinliği olmasa da,
Gürcistan'ın bu atraksiyonunun diasporada bir takım yüzeysel çatlaklar
oluşturduğunu söyleyebiliriz. Gerek Abazaların, gerek Kuzeyli halkların
firasetli davranarak bu çatlakların derinleşmesine fırsat vermemeleri
lazımdır.
Bunun için de öncelikle herkesin duygusallığı bir kenara bırakması gerekiyor.
Kafkas halkları her şartta adaletle ve kendi menfaatlerini esas alarak hareket etmelidir. Doğru tutum budur çünkü.
Karşılıklı suçlayıcı yaklaşımlar yanlıştır.
Öncelikle Abazalar'ın Rusya'nın
bıçağının keskin sırtında durduğunu unutmamak lazım. Abhazya yönetimi
-Gürcistan'la arası iyi olsa dahi- Rusya'ya rağmen Gürcistan'ın
Parlamento kararlarına sevinemez. Nitekim Abhazya Devlet Başkanı
Aleksandr Ankvab'ın geçtiğimiz hafta sonunda Abhaz-Fed Kongresi'ne
gönderdiği mesajın4 satır aralarını okuyabilenler, durumun Abhazya açısından ne kadar nazik olduğunu kolayca anlayabilirler.
Ayrıca Abazaların yakın geçmişte
Gürcistan tarafından açılan yaraları hala kanamaktadır. Dolayısıyla
Gürcü yönetimine güvenmemelerini ve ilişkiye girmemelerini anlayışla
karşılamak gerekir.
Evindeki cenazeyi kaldıramamış Abazalar'ın, herhangi bir doğum haberine sevinmesi beklenemez.
Bunu böyle anlamak lazım.
***
BAKIŞ AÇISI
Ancak, Abazalar'ın da bazı Adige
gruplarının geliştirdiği tavrı anlaması ve anlayışla karşılaması
gerekir. Bir kısım Adige dostlarımızın Gürcistan'ın “içerik bakımından
pozitif görünen” hamlelerine meyletmesi yadırganmamalıdır.
Bu meyle karşı tavır geliştirmek ipi gerer ve Gürcistan yönetiminin istediği “çatlağı” oluşturur ve derinleştirir.
Onlar da elbet işin sadece zahirine
değil, batınına da bakıyor, hem ABD'nin, hem Gürcüler'in ne hesaplar
içinde olduğunu görüyor ve iyi biliyorlardır.
Zahiren, “BM üyesi bir ülkenin
parlamentosunda Çerkes Soykırı'mının tanınması” fırsatını
değerlendirmeye çalışmaları gayet normal, anlaşılır bir tavırdır.
Başka zaman “kötü şeyler” yapan
Gürcistan Parlamentosu, bu sefer “iyi bir şey” yaptıysa pek ala bunu da
tebrik etmek lazım diye düşünüyorlar. Nasıl kötüye “kötü”
diyebiliyorsak, iyiye de “iyi” diyebilmeliyiz diyorlar ki bunda
haklılar.
Bunu görmezden gelmek doğru bir davranış
olmaz. “Darısı diğer dünya ülke parlamentolarının başına demek”
hepimize daha çok yakışır.
Sun Tzu'nun dediği gibi “biliyorsak”, yani “oyunun farkında isek” mesele yok.
Bu aşamada herkesin Gürcistan'la temas halinde olan Adige kardeşlerimizin bu ilişkileri “bilerek” sürdürdüklerine, sapmalara fırsat vermeyeceklerine güvenmesi gerekiyor.
İnşallah sonu da hayrolur.
NOTLAR
1 http://www.newamericancentury.org/statementofprinciples.htm,PNAC 2006 yılında fikirlerinin devlet politikası haline geldiğini deklare ederek merkezini kapatmıştır.
2 Japon
İmparatorluk Deniz Kuvvetleri'nin 7 Aralık 1941 sabahı Hawaii
adalarının Oahu adasında bulunan Pasifik Filosu ve Pearl Harbor askerî
üslerine karşı düzenlediği sürpriz saldırıdır. Operasyonun amacı, Büyük
Okyanus'ta kuvvetle muhtemel olan bir Amerikan askeri müdahalesini
önlemektir. Saldırı sonucu 12 Amerikan savaş gemisini ciddi şekilde
hasara uğratmış veya batırmış ve 188 savaş uçağını imha etmiş, ve 2.403
Amerikan askeri ile 68 sivilin ölümüne neden olmuştur. Bu savaşın
tarihi değiştiren etkileri olmuştur. Japon Deniz Kuvvetleri'nin ABD
donanmasındaki uçak gemilerini batırmakta başarısız olması etkinin
askeri boyutunu önemsiz kılmıştır. Kaldı ki, uçak gemileri batmış
olsaydı dahi bu Japonya'ya uzun dönemde yardımcı olamayacaktı. Saldırı
ABD'yi ve onun dev endüstriyel ekonomisini İkinci Dünya Savaşı'na
yöneltmiştir ve Birleşik Devletler müttefiklerine Almanya, İtalya ve
Japonya'yı yenmeleri için büyük miktarda silah ve cephane yardımı
yaparak 1945'deki kesin yenilgiyi etkilemiştir. Ancak saldırı her
nekadar geniş ölçülü bir yıkım için kayda değerse de, uzun dönem için
kayda değer bir şey ifade etmemektedir. (bkz: wikipedia)
3
Gürcü Bakan Temur Yakobaşvili Jerusalem Post'a verdiği bir demeçte,
'İsraillilerin, Gürcü ordusunun bazı birliklerine verdiği askeri
eğitimden ötürü 'bir Yahudi olarak gurur duyduğunu (Georgian MP Lauds
IDF Military Training, Jerusalem Post, 11 Ağustos 2008) söylemiştir.
4 Abhaz Dernekleri Federasyonu Meclisi’nin Değerli Katılımcıları!
Bizler kaderin bir cilvesi olarak ikiye ayrılmış halk konumuna geldik. Bu korkunç traajediyi Kafkasya’da öz (kan) kardeşlerimizle birlikte yaşadık – Ubıhlar, Adıgeler, Kabardeyler, hepsi (herkes), kim çerkes olarak adlandırılıyorsa-.Uzak, yakın ve şimdi var olan yaralarımız deşiliyor. Ancak çağımızda yaşam, daha az karmaşık yeni sorunların çözümünü önümüze getiriyor
Kader kendi yanlışlarını düzeltebiliyor, bu sayede bizlere zor sorunları çözme şansını verdi. 2008 yılının Ağustos’ayında dünyanın güçlü devleti – Rusya – Abhazya Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını tanıdı ve bizim küçük ülkemizin uluslararası anlamda güvenliğini sağlama garantisini verdi. Ve bizler, yeni nesillere iyi bir gelecek yaratmayı düşünmek için bu tarihi fırsatı kaçırmamak zorundayız Ben önemli bir gerçeğe sizlerin dikkatinize çekmek istiyorum. Bizlerin bütün uğraşıları, atalarımızdan bizlere kalan mücadeleler, Abhazya’nın bağımsızlığı için Gürcistan'a karşı Abhaz halkının ve devletinin, çocuklarımız ile vermiş olduğumuz özgürlük savaşındaki tüm fedakarlıklar Çerkes halkının geçmiş tarihi ile ilgili sorunlar yüzünden boşa gitmiş olacak.
Ben bir kez daha vurgulamak istiyorum ki, bu provokasyonlar Abhazya Devletine diğer devletlerden gelmiyor, Gürcistan'dan geliyor. Muhacirlerin topraklarını işgal ederek atalarının evlerine yerleştiler, daha yakın zaman içerisinde bizim çocuklarımızı ve kardeşlerimizi öldürdüler. Düşman senin geçmişini merak etmez ve aynı zamanda seni korumaz. Bunu hiçbir zaman için unutmayalım. (...) (Kaynak: www.abhazyam.com)
28 KASIM 2011
Bizler kaderin bir cilvesi olarak ikiye ayrılmış halk konumuna geldik. Bu korkunç traajediyi Kafkasya’da öz (kan) kardeşlerimizle birlikte yaşadık – Ubıhlar, Adıgeler, Kabardeyler, hepsi (herkes), kim çerkes olarak adlandırılıyorsa-.Uzak, yakın ve şimdi var olan yaralarımız deşiliyor. Ancak çağımızda yaşam, daha az karmaşık yeni sorunların çözümünü önümüze getiriyor
Kader kendi yanlışlarını düzeltebiliyor, bu sayede bizlere zor sorunları çözme şansını verdi. 2008 yılının Ağustos’ayında dünyanın güçlü devleti – Rusya – Abhazya Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını tanıdı ve bizim küçük ülkemizin uluslararası anlamda güvenliğini sağlama garantisini verdi. Ve bizler, yeni nesillere iyi bir gelecek yaratmayı düşünmek için bu tarihi fırsatı kaçırmamak zorundayız Ben önemli bir gerçeğe sizlerin dikkatinize çekmek istiyorum. Bizlerin bütün uğraşıları, atalarımızdan bizlere kalan mücadeleler, Abhazya’nın bağımsızlığı için Gürcistan'a karşı Abhaz halkının ve devletinin, çocuklarımız ile vermiş olduğumuz özgürlük savaşındaki tüm fedakarlıklar Çerkes halkının geçmiş tarihi ile ilgili sorunlar yüzünden boşa gitmiş olacak.
Ben bir kez daha vurgulamak istiyorum ki, bu provokasyonlar Abhazya Devletine diğer devletlerden gelmiyor, Gürcistan'dan geliyor. Muhacirlerin topraklarını işgal ederek atalarının evlerine yerleştiler, daha yakın zaman içerisinde bizim çocuklarımızı ve kardeşlerimizi öldürdüler. Düşman senin geçmişini merak etmez ve aynı zamanda seni korumaz. Bunu hiçbir zaman için unutmayalım. (...) (Kaynak: www.abhazyam.com)
28 KASIM 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder