27/08/2011
Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri azınlık kavramını Lozan'a refere ederek kullanmayı yeğliyor.
Bilindiği
gibi 1923 Lozan Barış Antlaşması’nın “Azınlıkların Korunması”
bölümünde sadece Rum, Ermeni ve Yahudiler azınlık olarak kabul
ediliyor. (Daha sonra 1925 yılında yapılan “Türk-Bulgar Dostluk Antlaşması”nda Bulgar unsurlar da azınlık olarak kabul edilmiştir.)
Cumhuriyet tarihi boyunca, bu adını saydığımız gayrimüslim unsurlar dışında kalan bütün vatandaşlar Türk olarak kabul edilmiş, zor ve yasaklar kullanılarak Türkleştirilmeye çalışılmıştır.
Türkiye'nin Lozan'ı esas alarak kullandığı azınlık tanımı ilmî değil, inkarcı ve asimilasyoncu resmi ideolojin bir uygulaması olarak siyasidir.
***
Azınlık terimi Türkiye toplumunda pozitif çağrışımlar yapmıyor. Bunun da iki sebebi var:
Birincisi, Osmanlı
İmparatorluğu döneminde azınlık karşılığı kullanılan kavram “ekalliyet”
idi ve sadece Ermeni, Rum ve Yahudi gayrı müslimleri ifade ediyordu.
(Diğer gayrı müslim gruplar bu etnisitelerden birine dahil olarak
anılırdı.) Ekalliyetler devlete ayrıca vergi verir, askere alınmazlar,
v.s. idi. Yani statü itibarıyla düşük zümreden sayılıyorlardı. (Ancak
“Millet Sistemi” gereği, Osmanlı'da gayrimüslimler ikinci sınıf vatandaş
iseler de, her türlü dinsel, dilsel ve etnik vb. gruplar için kültürel
haklar serbestti. Devlet kimin ne konuşup yazdığına ve öğrettiğine, ne
tür bir dinsel uygulama yaptığına karışmazdı.)
İkincisi, Cumhuriyetin ilk
yıllarından başlayarak azınlıkta olan halklar üzerinde ağır baskılar
uygulanmıştı. Mensubiyetlerinden utandırma kampanyaları yapılmış,
dilleri yasaklanmış, köyleri sürülmüş,... v.b. uygulamalarla halklar
köklerinden koparılmaya çalışılmıştı.
Cumhuriyetin
kurucu kadrosu içerisinde yer alan, 1924-1930 yılları arasında Mustafa
Kemal döneminde Adalet Bakanlığı yapmış olan Mahmut Esat Bozkurt'un bir
konuşmasında sarfettiği, "Türk, bu ülkenin yegane efendisi,
yegane sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek
hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman,
hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler" şeklindeki sözleri o dönemin zihniyetini ve yaklaşımlarını özetleyen önemli bir örnektir.
Dolayısıyla, “azınlık”
nitelendirmesi Osmanlı dönemindeki manası ve Cumhuriyetin kuruluşundan
itibaren uygulanan inkar ve aşağılama politikalarının meydana getirdiği
çağrışımla halâ “ikinci sınıf vatandaşlığı” anımsatmakta; bu yüzden
kimse “azınlık” potası içine girmek istememektedir.
Halbuki köprünün altında çok sular akmış ve günümüzde “azınlık” kavramının anlamı tamamen değişmiştir.
AZINLIK HAKLARINI TANIMLAYAN BELGELER
1990 yılına kadar, azınlık
haklarına insan hakları çerçevesinde yaklaşılmış, “eşitlik ve ayrım
gözetmeme” ilkeleri çerçevesinde politikalar geliştirilmiştir.
Bu tarihe kadar azınlık
sorunlarını ekonomik tedbirlerle çözebileceğine inanan Avrupa Birliği,
azınlık hakları konusunda özellikle Doğu Bloku’nun çöküşünün ardından
yaşanan gelişmelerden büyük oranda etkilenmiş ve azınlıklara yönelik
uygulanacak politika konusunda bir yeniden değerlendirme süreci
içerisine girmiştir.
Avrupa Konseyi tarafından kabul edilen “Bölge ya da Azınlık Dilleri Avrupa Şartı (1992)” ile “Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi (1995)” de günümüz azınlık hakları rejimini oluşturan temel belgeler olarak ortaya çıkmıştır.
***
Azınlık olmanın ana
kriterleri, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’nun
Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu'nca
yapılan tanımlamada, ülke nüfusuna kıyasla
- Farklılık (etnik,dilsel, dinsel...),
- Sayısal yönden az olma,
- Dominant (Başat) olmama,
- Vatandaş olma ve
- Azınlık bilincine sahip olma
olarak verilmektedir.
Bir ülkede bu koşulların tümünü taşıyan bireyler varsa, o ülkede azınlığın da olduğu kabul edilmekte; ülke devletinin bu gerçeği kabul etmesi veya inkar etmesi hiç bir şeyi değiştirmemektedir.
AB, TÜRKİYE ve AZINLIKLAR
22 Haziran 1993 tarihinde yapılan Kopenhag Zirvesi'nde, Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği'ne adaylık için başvuruda bulunan ülkelerin tam üyeliğe kabul edilmeden önce karşılaması gereken kriterleride belirtmiştir. Siyasi kriterler bölümünde, demokrasinin ve hukukun üstünlüğünün, insan haklarının ve azınlıkların korunmasının gözetilmesini ve bunlara saygıyı güvence altına alan kurumların istikrara kavuşturulmasını öngörmektedir.
Türkiye, 10-11 Aralık 1999 tarihlerinde Helsinki’de yapılan Avrupa Birliği Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde de oybirliği ile Avrupa Birliği’ne aday ülke olarak kabul ve ilan edildi.
Yukarıda belirttiğimiz Kopenhag kriterlerine göre, AB, adaylarla üyelik müzakerelerine başlamak için, bu ülkelerin öncelikle BM Örgütü, Avrupa Konseyi ve AGİK/AGİT sürecinde azınlık hakları konusunda oluşturulan sözleşme ve belgelerin tümünü imzalamalarını, iç hukuklarında bunlara uygun düzenlemeler yapmalarını ve bu düzenlemelerin işler vaziyette olmasını istemektedir.
Türkiye'nin, 1954’te
onayladığı 1950 AİHS, 1995'te onayladığı 1989 BM Çocuk Hakları
Sözleşmesi (Türkiye Anadilde eğitim hakkıyla ilgili maddelere çekince
koymuştur), çalışmalarına katıldığı 1992 BM Ulusal veya Etnik, Dinsel,
Dilsel Azınlıklara Mensup Kişilerin Hakları Bildirgesi, özellikle de
2003’te onayladığı BM 1966 İkiz Sözleşmeleri gibi uluslararası metinler
azınlık hakları konusunda yeterince hukuki bağlayıcılık sahibidir.
AİHS, azınlık haklarından
söz etmemekle birlikte, azınlık haklarının bir parçası olduğu insan
haklarını uygulama bakımından Türkiye'nin denetçisi durumundadır.
***
Türkiye, 1999 yılında
Avrupa Birliği’ne aday ülke olmasından sonra geniş kapsamlı bir reform
süreci içerisine girmiş ve bu çerçevede azınlıkları ve haklarını konu
alan önemli açılımlar gerçekleştirmiştir. Ancak azınlık kavramı ve
azınlık hakları konusundaki hukuki ve siyasi tutumu, gerek iç, gerekse
dış politika çerçevesinde büyük bir tekdüzelik sergilemektedir.
Yanısıra 1999 - 2004 yılları arasında gerçekleştirdiği reformları da hala uygulamaya geçirememiştir.
EVET, ÇERKESLER, AB ÖLÇÜTLERİNE GÖRE AZINLIKTIR!
Uluslararası
objektif kriterler Türkiye'deki Çerkesler'in “azınlık” olduğunu
söylemektedir. Bu kötü değil, bilakis iyi bir şeydir.
Çerkes
kimliğinin kendini geleceğe taşıyabilmesi için bu statüye, bu statünün
kazandıracağı haklara ihtiyacı vardır. Gerek Çerkesler, gerek benzer
diğer gruplar için kendilerini ifade etmelerini önleyen yasakların
kaldırılması (negatif koruma) varlıklarını devam ettirmeleri için
yeterli değildir; azınlık kimliğinin bir bütün olarak kendisini idame
ettirebilmesi için yeter şartların sağlanması gerekmektedir (pozitif
koruma).
Bunları istemenin ülkenin bölünmesini istemekle bir alakası da yoktur. Gerek Ulusal Azınlıkları Koruma Çerçeve Sözleşmesi’nde, gerekse Bölgesel veya Azınlık Dilleri Şartı’nın 5. maddesinde açıkça “ülke bütünlüğüne” ve “ulusal egemenliğe” saygı ifade edilmiştir.
Bu sözleşmeler esas olarak azınlık kültürlerini ve özellikle de dillerini korumayı amaçlamaktadır. Sözleşmelerde azınlık dillerinin sadece negatif anlamda korunması değil, devletçe yaşatılması yükümlülüğü de öngörülmüştür.
Bu detayları daha sonraki müstakil yazılarımızda tek tek ele alacağız.
ÇHİ MİTİNGLERİ ÇOK ÖNEMLİ BİR MİSYON İCRA EDİYOR!
Azınlık olmanın ana ögeleri olarak belirtilen beş şarttan dördü -farklılık(etnik, dilsel, dinsel), sayısal açıdan az olma, dominant olmama, vatandaş olma- azınlık olmanın objektif şartlarıdır; beşinci şart (azınlık bilinci) ise azınlık olmanın subjektif şartıdır.
Objektif şartların tamamının mevcut bulunması durumunda bile, önemli olan subjektif şart, yani azınlık bilincidir. Eğer azınlık bilinci yoksa, azınlık da yok demektir.
Bu son husus, 1991’de gerçekleştirilen AGİK Cenevre Azınlık Uzmanları
Toplantısı’ndan başlayarak uluslararası arenada gittikçe daha çok kabul
görmektedir.
ÇHİ'nin yaptığı ve yapmayı planladığı mitinglerin önemi işte burada ortaya çıkmaktadır. Bu mitingler Çerkeslerin kimliklerine sahip çıkma bilincini görünür kılmakta, aranan beşinci şartı muğlaklıktan kurtarıp somutlamakta, objektif şartların yanısıra subjektif şartların da mevcut olduğunu ortaya koymaktadır.
Mitingler, Çerkeslerin azınlık sayılması için yeter şartlara sahip olduğunun en somut belgesi haline gelmektedir.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ ULUS DEVLETTEN DEMOKRATİK DEVLETE GEÇİŞ YAPMALI
Türkiye kendi özgür iradesiyle AB'ye üye olmak için başvuruda bulunmuş ve üyelik için gerekli koşulları yerine getireceğini taahhüt etmiştir. Katılım Ortaklığı Belgesi hazırlanırken Türkiye'nin bu gerçekleri yok sayarak kendi devlet anlayışı ve toplum modeliyle AB'ye girmekte direnmesinin mantığı yoktur. Türkiye ya Kopenhag Siyasi Kriterleri'ni yerine getirecek; ya da AB üyeliğinden vazgeçecektir.
Devletin, dil, din veya etnisitesine bakmaksızın bütün grupları azınlık ve eşit vatandaş olarak kabul etmemesi ülkenin önündeki en büyük engeldir.
Türkiye
artık ne mevcut yasalarla, ne de taraf olunan uluslararası sözleşmelere
konan çekincelerle Türkiye'deki farklı kimliklerin inkarı anlamına
gelecek tavırlar içinde olmamalıdır.
Türkiye
Lozan Antlaşması'nı gerekçe yaparak temel insan haklarına, evrensel
hukuk kurallarına ve reel politiğe aykırı uygulamalara artık bir son
vermelidir.
Devlet, Avrupa’da gelişen azınlık hakları anlayışını içselleştirmelidir.
Ve yeni anayasa yapım süreci fırsat bilinerek demokratikleşmenin önünü tıkayan bütün yasalar değiştirilmelidir.
Türkiye
Cumhuriyeti yöneticileri, demokrasiyi ülkeye hakim kılmak ve AB ile
bütünleşmek istiyorlarsa, öncelikle azınlık tanımı için kullandıkları
argümanların artık geçerli olmadığını kabul etmeli ve evrensel normlara uygun bir azınlık politikası benimsemeliler. Herkesi Türk olmaya zorlayan çağdışı politikalar yerine, çok kültürlülüğü benimseyen çağdaş politikaları tercih etmeliler.
KAYNAKÇA:
- Avrupa Birliği ve Türkiye Perspektifinden Azınlık Hakları Sorunu,Hakan TAŞDEMİR, Murat SARAÇLI, Uluslararası Hukuk ve Politika Cilt 2, No: 8
- Avrupa Komisyonu Türkiye 2007 İlerleme Raporu, 6 Kasım 2007
- Türkiye'deki Azınlıkların Hukuki Statüsü ve AB'nin Azınlıklara Genel Yaklaşımı,pr.atilim.edu.tr/yayinlar/AZINLIK_SORUNLARI_1.doc,
- Baskın Oran, Türkiye’de Azınlıklar, İletişim Yayınları, İstanbul-2010
- Aslıhan Tekin, Demokrasiler ve azınlık hakları, www.turkiyeavrupavakfi.org
-Mustafa Erdoğan, Azınlık Sorunları, Dünden Bugüne Tercüman, 21.10.2004
27 AĞUSTOS 2011
27 AĞUSTOS 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder