30/03/2012
Habertürk yazarı Murat Bardakçı, “Bir Çerkes açılımı eksikti” başlıklı yazısıyla cehaletini olanca açıklığıyla sergilerken, Çerkes toplumunu da oldukça rencide etti.
Tamamen
yanlış veriler üzerine kurgulanmış makalesiyle toplumu Çerkesler
aleyhine provoke etme suçunu işleyen Bardakçı, aynı zamanda kaç kratlık
yazar olduğunu da ortaya koymuş oldu.
Zırvalarını tek tek ele alıp düzeltmeye
çalışmayacağız. Zira bunun için orta boyda bir kitap yazmamız lazım
gelir ki, buna harcanacak zamana gerçekten yazık olur.
Ancak, detaylara girmesek de hatalara şöyle bir işaret etmekte Bardakçı açısından bir yarar olabilir, bakarsınız okur da " “Acaba bir hata mı ettim?" diye düşünebilir” hazret.
Biz de öyle yapacağız; ancak yazının sonunda “âtıfet” yakıştırması üzerine fazladan birkaç kelam edeceğiz.
***
Bardakçı söze başlarken, “Çerkes Hakları İnisiyatifi'nin ne demek olduğunu anlayamadığını”
söylemiş ise de yazdığı zırvaları okuyunca İnisiyatifin sadece ismini
değil, bildirisinin içeriğini de hiç anlamadığını görüyoruz.
Anlamamış ama maşaallah kalemine davranmaktan da geri durmamış.
Cahil cesur olur diye boşuna dememişler...
***
Sarf ettiği ve bütün eleştirilerini üzerine bina ettiği, “devlet
eliyle anadilde eğitim ve öğretim ile haftanın 7 günü 24 saat boyunca
yine anadilde radyo ve televizyon yayını talep edeceklermiş; ilk eylem
de önümüzdeki pazar günü Ankara'da yapılacakmış” cümlesi tamamıyla kendi zihninde oluşturduğu bir animasyon Bardakçı'nın.
Çünkü ÇHİ'nin yazılı açıklamalarının hiçbirinde böyle bir ifade yok.
Çerkes Hakları İnisiyatifi, Bardakçı'nın yazdığı gibi “Anadilde Eğitim İstiyoruz” demiyor, “Anadili eğitimi istiyoruz” diyor.
Bu iki ifade arasındaki dağlar kadar farkı görmemek için kör olmak lazım gelir.
Bardakçı açıklamaları ön yargı ile
okuduğu için öyle anlıyor ve bir taraftan Çerkeslere bizzat saldırırken,
bir taraftan da okurlarını Çerkesler aleyhine kışkırtıyor.
Bununla da kalmıyor Bardakçı...
Bu yanlış kurgu üzerinden, “Bravo
sizeee! Bari bir de örgüt yahut siyasi parti falan kurup bağımsızlık
talep etseydiniz? En azından “Özerk Çerkes Bölgesi” yahut “Çerkes
Federasyonu” gibisinden bir şeyler?” diyerek bir de Çerkesleri ti'ye almaya yelteniyor.
Zavallı adam.
Düştüğü bu zelil ve komik durumdan bakalım nasıl kurtulacak?
***
Bardakçı'nın Çerkes sürgününü “göç”
olarak nitelendirmesi zaten başlıbaşına ciddi bir eleştiri mevzuu. Ama
okuduğu bir sayfalık metni doğru anlayamayan bir insana bunu anlatmakta
başarılı olabilir miyiz derseniz, doğrusu gerçekten şüphelerimiz var.
Neyse...
Öte yandan, Çerkeslerin, “anadili
eğitimi ve radyo televizyon yayını talebine” sitelerimizdeki “İz
bırakan Çerkesler” listelerini delil gösteren Bardakçı,
“Bu önemli isimlere ve gelinen makamlara rağmen “kimliğimiz eziliyor”
yahut “haklarımız elden gitti” gibisinden sözler etmek, Türkiye'ye karşı
apaçık nankörlüktür!” deme küstahlığını göstererek iyice zıvanadan çıkıyor.
Bu aşamada şayet bu ülkeye
“nankörlük” eden birilerini arıyorsa, en yakınlarına bakmasını, mahkeme
kararıyla hain damgasını yiyen ve yurt dışına kaçmak zorunda kalıp
oralarda ölen öz babasını hatırlamasını öneririz Bardakçı'ya.
***
“Genç nesil dilini öğrenemiyor” dememizden de gocunmuş bay Bardakçı.
“Diğer etnik gruplar dillerini unutmuyor, nesilden nesile devam
ettiriyor ve hala konuşuyorlar ise, Kafkas asıllı gençlerin o dilleri
bilmemeleri kendi ayıplarıdır. (...) unutmanın kabahatı devlete değil,
ailelere aittir.” diyerek hem konuyu merkezinden saptırıyor, hem de Çerkesleri suçlu çıkartıyor aklınca.
Anlayacağından şüphelerimiz olmakla birlikte kendisine sadece şunu söyleyebiliriz:
Ailelerin evde çocuklarına anadillerini öğretmeleri bireysel bir haktır. Bu hakkı kullanıp kullanmamak bireylerin elindedir.
Ancak biz bireysel haklardan değil, toplumsal haklardan bahsediyoruz sayın Bardakçı.
Yani eğitim hakkından, yayın haklarından bahsediyoruz.
Yavrularımızın bugün anadillerini
öğrenememesinin sebebi, çocuklarımızı bütün zamanlarıyla birlikte bizden
çalmış olan eğitim sistemi ve yüzlerce kanaldan gelen cazip televizyon
yayınlarıdır.
Yeni kent yaşamında çocukların ana babalarıyla geçirecek zamanları olmadığı için anadilini öğrenme şansları da çok azdır.
Sorunun çözümü, çocuklarımızı esir alan
eğitim ve televizyon yayınları sürecinin içinde anadili
öğretimi/eğitimi ve radyo/tv yayınları için de alan açılmasıdır.
Bardakçı hoşlansa da, hoşlanmasa da olması gereken budur.
***
Bardakçı yazısının sonunda da şöyle bir final yapıyor:
”Meselenin
aslı şudur: Türkiye, Çerkeslere asırlar boyunca sadece “âtıfet”
göstermiştir. Bu sözün, yani âtıfet”in ne demek olduğunu bilmeyen ve
Türkiye'de bugün “Çerkeslere Özgürlük” talebinde bulunanlar bir zahmet
buyurup sözlüğe baktıkları takdirde kelimenin manasını öğrenebilirler ve "Acaba bir hata mı ediyoruz?" diye düşünebilirler.”
“Âtıfet” karşılıksız ihsan demek.
Bardakçı bu sözü sarf
ederek kendince Çerkeslerin boynunu eğmeye, “vicdanlarını kanatmaya”
çalışıyor ama boşuna gayret. Çünkü Çerkeslerin bu manada kimseye diyet
borcu yok. Çerkeslerin hiç kimsenin hatırına kimliklerinden vazgeçmeleri
gerekmiyor.
Bardakçı'nın, Çerkesler
“bağımsızlık talebinde bulunuyorlarmış” gibi bir rüzgar oluşturma
gayreti de art niyet dışında izah edilebilir bir şey değildir.
Son sözleri ise tam provokasyon kokuyor Bardakçının:
“Kendilerini
bu kadar nesil sonra hâlâ bir türlü “buralı” hissedemeyenlerin,
kültürel, siyasi, vesaire haklarını talep etmeleri gereken tek bir yer
var: Kafkasya. (...) Gücünüz yetiyorsa gidin haklarınızı oradan isteyin”
diyerek nasıl kaşar bir faşist olduğunu ortaya koyuyor. Hemen “Ya sev,
ya terk et” moduna girerek fikri yapısının aslında kimlerle örtüştüğünü
açık ediyor.
ATIFET DEĞİL MENFAAT BAY BARDAKÇI, MENFAAT...
Bütün bunlara, “okuduğunu anlamayan bir gazeteci eskisinin hezeyanları” deyip geçebiliriz ama şu “âtıfet” konusunu biraz aydınlatmakta fayda var.
Bardakçı, anayurdundan sürülen Çerkeslerin Osmanlı İmparatorluğu'nda iskan edilmelerini “âtıfet”,
yani “tek taraflı bir lütuf” olarak nitelendiriyor ve bunun bedelini
kimliğimizden vazgeçerek ödememiz gerektiğini ima ediyor.
Halbuki düşünse, bu insanların bu
ülkeye varlıkları ve kimliklerinden vazgeçme taahhüdüyle gelmediklerini,
kimsenin kendilerinden böyle bir şey isteme hakkının olmadığını hemen
bulacak ama düşünemiyor işte. Bir kişinin kimliğini koruma isteğinin
temel bir insani hak olduğunu kabullenmek istemiyor.
Osmanlı İmparatorluğu'nun, Çerkes
nüfusu ülkesinde iskan etmesinin sebebi de Bardakçı'nın iddia ettiği
gibi “âtıfet” değil, ülkedeki demografik problemlerine çözüm arayışıdır.
BELGELER ATIFET DEMİYOR!
“Daha
1856'yılında Rusya ve Osmanlı hükümetleri arasında Kafkasya Dağlı
nüfusunun kısmen göç etmesini öngören ve göç şartlarını belirleyen bir
anlaşma imzalanmıştı.”1
Çünkü, “Osmanlı Devleti'nin tarım
alanlarını işleyecek, nüfus artışına yol açacak, ekonomik kalkınmaya
katkıda bulunacak elemanlara ihtiyacı Kırım Savaşı'ndan sonra daha çok
artmıştı. Bundan dolayı hükümet “yabancı göçünü teşvik eden bir
kanunname hazırladı.” 2
“Kabul-u
tâbiyyet ile hariçten Devlet-i Aliye memleketine tavattun etmek
arzu eden familyalar hakkında tanzim buyurulan nizamname”3nin
tamamı “Ceride-i Havadis, Sayı 887'de, bu kanuna Gurre N 1274 (15
Nisan 1858) tarihinde bir madde eklenmesi sebebiyle yayınlanmış olup,
tarihi olarak da 5 Z 1272 (7 Ağustos 1856) gösterilmektedir.“ 4
Bu Kanun 9 Mart 1857'de (5 Cemaziyelevvel 1272)de Meclis-i Vâlâ-yı Tanzimat'ta kabul edilmiş, bununla göç teşvik edilmiştir.” 5
“Göçmen
kabulü ile ülkenin imarı daha da artacaktır. Memlekette bol miktarda
bulunan mîrî arazi ile sahipleri tarafından terk edilen arazilerin bu
yolla şenlendirilmesi imkan dahiline girecektir. Öte yandan
bataklıkların kurutulması ile buradan kaynaklanan sıtma gibi
hastalıkların önüne geçilebilecektir. Kırım ve Kafkasya göçmenlerinin,
devletin yapacağı yardım neticesinde üretici duruma geçmesiyle beraber,
bunların devlete vereceği vergiler ile hazine büyük ölçüde gelir
kaynağına kavuşacaktır. Bilhassa Çerkesler, Çeçenler ve
Dağıstanlılar gibi Rusya'ya karşı uzun süreli muharebeler yapmış, bu
konuda tecrübe kazanmış bir topluluğun, Osmanlı Devleti gibi askeri
temele dayalı bir ülkeye sağlayacağı faydanın da fazla olacağı açıktır.
Yurtlarını bırakarak gelen göçmenlerin devlete sadık olacağı
varsayılarak, iskan olunacakları yerlerde birer örnek teşkil edip devlet
otoritesini hiçe sayan konar göçerlerin medenileştirilmesine, bazı
“ekrâd ve urbân aşâiri”nin de devlet ve nizam ve düzenine
alıştırılmalarına katkıda bulunacağı düşünülüyordu.”6
“Osmanlı
İmparatorluğu'nun genişliğine göre nüfusunun az olduğunu söylemek
mümkündür. (XIX. Yy'ın ortalarında imparatorluğun nüfusu 35,5 miyondu.
Bunun 15 milyon 500 bini Avrupa; 10 milyon 700 bini de Anadolu'da idi.)
Geniş ve işlenmeyen arazileri vardı. Gelecek göçmenlerle nüfusun
artırılması ve ilerisi için ekonominin canlanması da sağlanabilirdi.
Ayrıca bunlar kendilerini savaşçı olarak Ruslar karşısında ispat
ettikleri için Osmanlı Devleti de bu özelliklerinden geleneksel ortak
düşmana karşı yararlanabilirdi. Göçmenlerin bilhassa Rumeli'de
yerleştirilebilmeleri düşünülüyordu. Böylece oradaki müslüman nüfusun
hristiyanlar karşısındaki durumunun kuvvetlendirilmesi sağlanacaktı.
(Rumeli'de yaşayan 15 milyon 500 bin kişiden 11 milyon 700 bini
hıristiyan idi).
Ayrıca Tuna Nehri'nin güneyinde ileride olabilecek bir Rus saldırısına karşı bir savunma hattı meydana getirmiş olacaklardı.” 7
***
Osmanlı Çerkes nüfus üzerinde işte bu tür planlar yapıyordu ve uygulaması da hep bu yönde olmuştur.
Şimdi siz buna “âtıfet” mi diyorsunuz sayın Bardakçı?
Cık... Cık... Cık...
Bende diyorum ki birazcık iffet, birazcık iffet...
Kaynaklar :
1Tamara V. Polovinkina, Çerkesya Gönül Yaram, Kaf-Dav, Ankara-2007, s. 234
2Kemal
Karpat, Ottoman Population (1830-1914), Medison
/Wiscosin-London,1985, s-61-62 den nakleden Abdullah Saydam, Kırım ve
Kafkas Göçleri (1856-1876), TTK Yayınevi, Ankara-1997, s.78
3Abdullah Saydam, Kırım ve Kafkas Göçleri (1856-1876), TTK Yayınevi, Ankara-1997, s.78
4Abdullah Saydam, Kırım ve Kafkas Göçleri (1856-1876), TTK Yayınevi, Ankara-1997, s.78
5Kemal
Karpat, Ottoman Population (1830-1914), Medison
/Wiscosin-London,1985, s.61-62 den nakleden Abdullah Saydam, Kırım ve
Kafkas Göçleri (1856-1876), TTK Yayınevi, Ankara-1997, s.78
6Abdullah Saydam, Kırım ve Kafkas Göçleri (1856-1876), TTK Yayınevi, Ankara-1997, s.97
7Bedri Habiçoğlu, Kafkasya'dan Anadolu'ya Göçler, Nart Yayıncılık, İstanbul-1993, s.103-104
30 MART 2011
30 MART 2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder