11/12/2009
Türkiye’nin çok etnikli, çok kültürlü, çok dilli bir ülke olduğu gerçeğini cesaretle dile getirerek tarihi bir süreç
başlatan devlet yöneticilerinin, bundan sonraki cesur adımları da
atarak ülkenin huzur ve gelişiminin önündeki en büyük engel olan “bürokratik oligarşiyi” tasfiye edip, “demokratik cumhuriyete” geçişte ne kadar kararlı olduklarını göstermelerini bekliyoruz.
Bu süreç ülkemize “barış ve refahı” hakim kılma yolunda önemli bir fırsattır.
Bu aşamada bütün toplum kesimleri yeniden yapılanma sürecine katkıda bulunarak fırsatı iyi değerlendirmelidir.
Öncelikle tüm farklı kimlik, farklı inanç ve farklı düşünce grupları kendi penceresinden bakarak sistemin tıkalı ve aksayan yönlerini ortaya koymalı, çözüm önerileriyle birlikte tartışmaya açmalıdır.
...
Türkiye’nin demokratik bir cumhuriyet olabilmesi için öncelikle 12 Eylül askeri anayasası değiştirilmeli ve buna paralel diğer yasal düzenlemeler de acilen yapılmalıdır.
Bu çerçevede, hiç bir ilmi değeri olmayan, farklı kökenlerin tamamını belli bir etnik gruptan sayarak yapılan vatandaşlık tanımı yürürlükten kaldırılmalı, yerine anayasaya veya toprağa dayalı vatandaşlık tanımı ikame edilmelidir.
Devlet artık etnik kökenlerden korkmamalı, etnik kültürlerin yaşama ve gelişme reflekslerini doğal kabul etmeli; çağdaş bir yaklaşımla kaybolmakta olan dil ve kültür gruplarını bu ülkenin gerçek zenginlikleri olarak kabul ederek, vereceği pozitif destekle korunma ve gelişmelerine yardımcı olmalıdır.
Devlet, Kürt
Çalıştayı, Alevi Çalıştayı, Roman Çalıştayı gibi aktivitelerini devam
ettirmeli; aynı şekilde diğer dil ve kültür grupları için de birer
çalıştay düzenleyerek onların da sorun ve taleplerini birinci ağızdan öğrenmelidir.
Bu doğrultuda yeni bir nüfus sayımı ile vatandaşlara etnik kökenlerinin sorulması
yerinde bir başlangıç olacaktır. Bu sonuçlarla hem önemli bir veri
tabanı elde edilecek, hem de demografik spekülasyonların önüne
geçilebilecektir.
Anadilini öğrenmenin, o dille okuyup yazmanın, yine o dilde sesli, görsel ve basılı yayın yapmanın insani bir hak olduğu deklare edilerek bu hak yasalarla üst düzeyde güvence altına alınmalı, bu baptan Anayasa’nın mevcut 42. Maddesi de değiştirilmelidir.
İsteyen herkes anaokulundan, üniversiteye kadar her aşamada anadilini öğrenme ve anadili eğitimi alma imkanına sahip olabilmelidir.
Bu bağlamda:
- Eğitimde, basım-yayımda latin dışındaki alfabelerin kullanılmasına yönelik yasaklar kaldırılmalıdır.
- Yerel dillerin resmi dil olduğu ülkelerdeki üniversitelerden mezun olanların diplomaları YÖK’ce geçerli kabul edilmelidir.
- Üniversitelerde yerel diller, tarih ve kültür üzerine çalışacak kürsü veya enstitüler kurulmalıdır.
- Anadili eğitimi, eğitim sisteminin içine alınmalı, tüm giderleri devlet tarafından karşılanmalıdır. Ayrıca dil öğretim dershanelerinin yerel dillerde sınıf açmalarının önündeki yasal engeller kaldırılmalıdır.
- Devlet, bütün yerel diller için ulusal düzeyde tam gün yayın yapan bir radyo istasyonu ile bir televizyon kanalını 7/24 açık tutmalıdır.
- Türk alfabesiyle yazılabilir olmak kaydıyla, Türkçe bir mana aranmadan, isteyen herkes kendi dilinde isim veya soy isim alabilmeli; yerleşim birimlerine de kendi dillerinde isimler verebilmelidir.
Belirtelim ki bütün bunlar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin imzaladığı Kopenhag Dokümanı ile yerine getirmeyi vaad ettiği hususlardır.
Türkiye Cumhuriyeti Kopenhag dokümanında ülkede yaşayan azınlıkların
kimlik, dil ve kültürel haklarını tanıyacağını ve anadillerinde eğitim
göreceklerini, okullarda tarih ve kültürlerinin korunması ve
geliştirilmesi için tedbir alacağını, hatta bunlardan daha fazlasını
zaten taahhüt etmiştir. Şimdi yapması gereken sadece bunları uygulamaktır. (Azınlık
kavramının anlamını Lozan anlaşmasından alarak meseleye yaklaşmak
çözüme katkı sunmaz; aksine kilitler. Onun için, topu taca atan bu tür
yaklaşımlardan uzak durmak gerekir)
Türkiye ayrıca -bir kısmı bağlayıcı olmasa bile- bazılarına imza attığı, BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Uluslararası İnsan Hakları Sözleşmesi, BM Çocuk Hakları Sözleşmesi,BM Ulusal veya Etnik, Dini ve Dilsel Azınlıklara Mensup Kişilerin Hakları Bildirgesi, AGİT 1990 İnsani Boyut Konferansı Kopenhag Toplantısı Belgesi,AGİT Ulusal Azınlıklar Yüksek Komiserliğinin Ulusal Azınlıkların Eğitim Hakları Hakkında Lahey Önerileri(1996), Uluslararası Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi, AGİT Ulusal Azınlıkların Dilsel Hakları Hakkında Oslo Önerileri (1998), Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıkların Korunması İçin Çerçeve Sözleşmesi(1995)… gibi azınlık dillerin korunması ve geliştirilmesini destekleyen pek çok uluslararası hukuki belgeyi dikkate alarak çağdaş bir devlet olduğunu göstermelidir.
Devlet, yine bu fasıldan Avrupa Konseyi’nin hazırlamış olduğu, 1998’de yürürlüğe giren ve bugüne dek içlerinde Ermenistan ve Azerbaycan’ın da bulunduğu 24 ülke tarafından imzalanıp 11 ülkede uygulanmasına başlanan “Avrupa Bölgesel ve Azınlık Dilleri Şartı”nı imzalayarak bu konudaki bütün rahatsızlıkları bir kerede ortadan kaldırmalıdır.
…
Yetkili mercilerin bu dirayeti göstermesini bekliyoruz.
21. yüzyılda başı dik olarak ayakta kalacak ülkeler, ekonomik istikrarı yakalamış ülkelerdir. Refahtan en büyük payı alacak olanlar da tabiidir ki yine bu kategorideki ülkelerdir.
Ancak, huzurun olmadığı yerde ne ekonomik istikrar olur, ne de refah.
Gelecek
nesillerin daha mutlu yaşayabilecekleri ve dünya refahından daha çok pay
alabilecekleri bir ülke bırakmak için başlamış olan bu Demokratik Yeniden Yapılanma sürecine evet diyor, kesintiye uğramadan sonuçlanması için gereken katkıları sunacağımızı deklare ediyoruz.
Çünkü, zenginlik ve barış bu ülkede yaşayanların da hakkıdır.
11 ARALIK 2009
11 ARALIK 2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder