2014-2015 eğitim sezonu ile birlikte “Yaşayan Diller” seçmeli ders tiyatrosu da başladı.
Konuya girmeden
önce, haftada 2 saat olarak verilecek seçmeli anadili derslerine
fitmişiz gibi anlaşılmaması için bu uygulamanın bizim taleplerimizin çok
gerisinde olduğunu belirtmeliyiz.
Bizim bu yazıdaki itirazımız, devletin 2 saatlik seçmeli dersi dahi vermekten imtina etmesi, ayak oyunlarına gitmesidir.
Aslında biz,
- Anadili öğreniminin anaokullarından itibaren başlamasını,
- İlköğretimde anadili öğreniminin en geç ikinci sınıfta müfredata girmesini ve haftalık ders saatinin 6’dan az olmamasını,
-
İlk sınıflarda, anadilde okuma yazma ve anadili öğrenimi dersleri;
ilerleyen sınıflarda ise anadilde “Dil ve edebiyat”, “Kültür ve Sanat”
ve “Tarih” derslerinin de okutulmasını,
- Sınıf açmada öğrenci alt limitinin 5 kişi olarak benimsenmesini,
-
Öğrencinin bulunduğu okulda talep sınıf açma şartı olan asgari sayının
altında kalırsa, bu düşük taleplerin bölgedeki en yakın okulda konsolide
edilmesini; bu maksatla bölgesel pilot okulların belirlenmesini,
- Bu konsolidasyona imkan sağlanması için seçmeli derslerin haftada 2 gün ve öğleden sonraları verilmesini istiyoruz.
Ancak tüm bunlardan önce MEB’nın dürüst ve samimi olmasını istiyoruz.
Çünkü bu konuda ciddi şüphelerimiz var.
***
Şimdi esas konumuza gelebiliriz.
Efendim,
bu eğitim yılı bizim aile için bir başka anlamlı. Çünkü evimizde 5.
sınıfa gidecek, dolayısıyla “yaşan diller ve lehçeler” seçmeli dersine
müracaat edecek bir öğrenci mevcut.
Geçen
eğitim sezonu sonunda, dördüncü sınıfı tamamladığı okulda verilen formu
doldurarak seçmeli ders müracaatında bulunmuş ve yine aynı okula teslim
etmiştik. Seçmeli ders olarak ilk sıraya Abazacayı, ikinci sıraya da
Adigeceyi yazmıştı öğrencimiz. Okul da bu tercihleri MEB’nın web
sitesine kaydetmişti bildiğim kadarıyla. Böylece Bakanlık yeni eğitim
sezonunda yurt genelinde hangi derse ne kadar talep olduğunu ortaya
çıkarıp ona göre hazırlık yapabilecekti.
***
Yaz
ortasında öğrencimizi ikinci 4 yılı okuyacağı yeni okuluna kayıt
ettirdik. Okulda 5. sınıfta 25-27 kişilik 8 şube vardı; yani en az 150
öğrenci...
Okullar
açıldıktan 10 gün sonra öğrencilere, evvelce doldurdukları formların
akıbetinin meçhul olduğu söylenerek yeni bir tercih formu dağıtılmış ve
doldurmaları istenmişti. Ancak bu yeni müracaat formunda “yaşayan diller
ve lehçeler” dersi dördü bir arada (Kurmançça, Abazaca, Adigece,
Zazaca) tek seçenek olarak sunulmuştu. Yani tercihte bulunmak isteyen
öğrenciler sadece “yaşayan diller ve lehçeler” seçeneğini işaret
edebilmiş, fakat dört dilden hangisini tercih ettiğini belirtme imkanı
bulamamışlardı (Zaten bu tür bir sınıf açmaya niyetleri olmadığının bir
işareti olmalı.)
Tabii öğrenciler diğer seçmeli derslerden ikinci, üçüncü derece tercihlerini de işaretlemişlerdi.
Birkaç
gün sonra bu formlar değerlendirilmiş(!), “yaşayan diller ve lehçeler
dersine yeterli müracaat olmadığı için sınıf açılamadığı” duyurulmuştu.
Bizim öğrenci de böylece sonraki seçeneklerinden “drama” dersine
yönlendirilmişti.
***
Durumu öğrendiğimde kendimi ciddi şekilde çaresiz ve köşeye sıkıştırılmış hissettim.
Sözde
tercih hakkı vererek bir hakka saygı gösteriyorlardı ama sonra da
yeterli sayıda tercih olmadığı gerekçesiyle çocuğunuzun “anadilini
öğrenme hakkını” elinden alıyorlardı.
Bu tam bir tiyatro…
Evet, bu MEB’in üç senedir sahneye koyduğu seçmeli ders tiyatrosu.
Böylece
kamuoyuna, “geniş kesimlerin anadili öğrenme gibi bir talebinin
olmadığı, bütün sorunun üç beş marjinalin başının altından çıktığı”
mesajını veriyorlardı. Engin Ardıç gibi tetikçilerini de bu mesajların
kamuoyunda yayılması için kullanıyorlardı (Tıklayınız).
Böylece kirli düzenlerini devam ettirebileceklerini sanıyorlar.
Kimse
en az 400-450 öğrencinin 5, 6, 7. sınıfta okuduğu bir okulda “yaşayan
diller ve lehçeler” derslerine 8-10 kişinin dahi müracaat etmediği
“yalanına” inanmamızı beklemesin. Hele ki Kurmançça, Adigece, Abazaca,
Zazaca derslerinin tek başlıkta tercihe sunulduğu bir okulda…
En
iyi ihtimalle okul idarecileri, velilerin, doldurulan formların
içeriğini görüp tahkik etme imkanının olmadığını bildikleri için,
“yeterli müracaat olmadı” diyerek “bu yükü” başlarından savıyorlar.
Ama her halukarda bunun gerçek suçlusu Milli Eğitim Bakanlığı’dır.
MEB anadillerin öğretimi konusunda samimi olmadığı için, kurduğu sistem de denetlenebilir şeffaflıkta değil.
Halbuki
yaşayan diller seçmeli dersleri toplumsal barışı ilgilendiren çok
önemli ve hassas bir konu. Sadece öğrencileri değil, velileri, hatta tüm
toplumu ilgilendiriyor.
Bu
yüzden veliler çocuklarının okuduğu okulda “yaşayan diller” seçmeli
derslerini ve diğer branşları kaç kişinin seçtiğini açıkça
görebilmelidir.
Bu
konuda daha önce (2012 yılında) ÇHİ olarak MEB Talim Terbiye Kurulu
Başkanı Prof. Dr. Emin Karip’i makamında ziyaret ederek seçmeli ders
uygulaması ile ilgili görüş ve önerilerimizi kendilerine yazılı ve sözlü
olarak sunmuştuk.
Bu
tür “yeterli müracaat yok” gibi keyfiliklere fırsat verilmemesi için,
MEB’in Türkiye’deki bütün okulların yer aldığı bir internet sitesi
oluşturmasını,
Öğrencilere henüz okullar açılmadan seçmek istediği ders müracaatını buradan yapma fırsatı verilmesini,
Dışarıdan
web sitesine girildiğinde o okuldaki her bir seçmeli ders seçeneğinin
altında müracaat eden öğrencilerin tamamının okul numarasının (veya
mahsurlu görülüyorsa seçtiği bir rumuzun) görünmesinin sağlanmasını
istemiştik. Böylece “her öğrenci, tercihinin kayda geçtiğini ve
kendisinden başka kaç kişinin daha o dersi seçtiğini görecek ve sistem
de şeffaflaşmış olacak” demiştik.
Ama bunu dikkate alan olmadı.
Anlıyoruz ki şeffaflaşmasını istemiyorlar.
Çünkü
ancak sistem şeffaf olmazsa 400-450 öğrencinin içinde 8-10 kişinin bile
çıkıp 4 dili içeren bir seçeneği işaretlemediği yalanını
söyleyebilirler.
Demek
ki bu iktidar seçmeli dersleri insancıllığından, demokratlığından
değil, milletin gazını almak için müfredata koymuş. Böylece,
“isteyenlere anadili öğrenimini seçme hakkı veriliyor”muş gibi
yapılırken, bu tercihler kapalı kapılar arkasında yok edilecek,
kamuoyuna da “yeterli talep yok” açıklaması yapılarak asimilasyoncu
sistem devam ettirilecekmiş.
AK Parti gittikçe CHP’ye benzemeye başladı.
Malum,
CHP de 1946 seçimlerinde kurtuluşu benzer bir uygulamada buluyordu:
açık oy, gizli tasnif… Ancak CHP bunun bedelini çok ağır ödedi.
Katakulliyle bir dönem daha iktidarda kaldı ama bir daha da iktidar yüzü
göremedi.
AK Parti de bu katakullilere itibar ederse sonu CHP’den farklı olmayacak.
Evet, bu ülkenin resmi dili Türkçedir. Çocuklarımız bu dili muhakkak öğrenmeli, buna bir itirazımız yok.
Ama çocuklarımızın, babalarının, analarının dillerini de bu eğitim sistemi içinde öğrenmeye hakları vardır.
Onun için “öğretiliyormuş gibi” yapılmamalı, düzenlemeler “samimiyetle öğretmeye” yönelik olmalıdır.
Anadilin pazarlığı mı olur ki de, “sekiz-on kişi bir araya gelsin ancak öyle…” diyerek şarta bağlanıyor?
Gerekirse
haftanın belli günlerinde okullar arası özel sınıflar kurularak, talep
eden her öğrencinin anadilini öğrenebilmesi sağlanmalıdır.
Gerçek adalet, gerçek saygı, gerçek insan severlik budur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder