23 Şubat 2018 tarihi,
İkinci Dünya Savaşı’nda Almanlarla işbirliği yapmak ve Sovyetler Birliği
aleyhinde çalışmak suçlamasıyla Çeçen-İnguş halkının topyekün Kazakistan ve
Kırgızistan’a sürgünleri ve uğradıkları soykırımın 74. yıldönümüne denk
geliyor.
23 Şubat 1944 sürgün ve
soykırımı, emperyal Rusya’nın, 18 ve 19. yüzyıllarda Kafkas halklarına
uyguladığı büyük soykırım ve sürgün için kendisini güdüleyen motivasyonun 20.
yüzyılda da ruhuna hakim olduğunu gösteriyor.
Bilge lider Aliya
İzzetbegoviç “Savaşta büyük zulme uğradınız. Zalimleri affedip
affetmemekte serbestsiniz. Ne yaparsanız yapın, ama soykırımı unutmayın.
Çünkü unutulan soykırım tekrarlanır.” diyerek mağdur halkların
nesillerine çok önemli bir tembihte bulunuyor. Biz de bu tembih doğrultusunda halklarımıza
yapılan zulümleri unutmuyor, hesap sorulup mağduriyetler giderilinceye kadar
unutturmayacağımızı da bir kez daha açıkça deklare ediyoruz.
74. yıldönümü vesilesiyle
23 Şubat 1944 sürgün ve soykırımında hayatını kaybeden mazlumları rahmetle
anarken, o günlerde yaşanan süreçleri kısaca hatırlatmakta fayda görüyoruz.
DÜNYA KURULALI YAPILAN EN
KANLI SAVAŞ
Bilindiği gibi İngiltere
ve Fransa’nın, Polonya’yı işgal eden Almanya’ya 3 Eylül 1939’da savaş ilan
etmesiyle 70 milyon kişinin hayatını kaybedeceği İkinci Dünya Savaşı başlamış
oldu. Almanya, İtalya ve Japonya’nın oluşturduğu Mihver Devletleri ile Fransa,
İngiltere, ABD ve SSCB’nin oluşturduğu Müttefikler dünyanın hemen her
bölgesinde savaştılar.
22 Haziran 1941
sabahı, İtalya, Romanya ve diğer müttefik
ülkelerin askerlerinin desteğiyle yaklaşık üç milyon Alman askeri sınırı
geçerek Sovyetler Birliği topraklarına kuzey, orta ve güneyden olmak üzere üç
koldan taarruza başladı.
28 Haziran 1942’de Alman
Güney Ordular Grubu güneydoğu yönünde Don Nehri’ni geçti ve Stalingrad’ı
kuşattı.
Bu arada Almanların 1.
Panzer Ordusu daha güneye ilerleyerek Kafkaslar’ın kuzey eteklerine kadar
ulaştı. Ancak ana hedefi Grozni’ye ulaşmak olan Panzer Ordusu bir süre sonra
Kızılordu birlikleri tarafından durduruldu ve bulunduğu mevzilerde takıldı
kaldı.
SOVYET MAHKUMU HALKLAR
UMUTLANIYOR
Bu arada halklar
hapishanesi olarak isimlendirilen Sovyetler Birliği coğrafyasındaki milletlerin
pek çoğu zaten Rus boyunduruğundan kurtulmak için fırsat kolluyordu. Bu
halkların içinden çıkan direniş grupları Alman ilerleyişini bir fırsat kabul
ederek Stalin iktidarına karşı cephe açtılar. Kimisi küçük gruplar halinde
dağlara çıkarak özgürlük savaşı başlattı, kimileri de Alman saflarına katılarak
Sovyet iktidarını yıkma gayretine girişti.
***
Çeçen-İnguş Özerk
Cumhuriyeti halkı da bunların dışında kalmadı. SSCB’nin savaşı kaybedeceğine
inanan ve umut eden birçok kişi cepheye gitmiyor, askerlik görevinden
kaçıyordu. Dağlarda anti-Sovyetik silahlı gruplar oluşmuş ve Sovyet iktidarına
karşı silahlı bir mücadele başlatmışlardı.
Çeçen-İnguşlar Sovyet
yapılanmasını baştan beri benimseyememiş bir halktı. Öyle ki 1938 yılına kadar
Çeçen ve İnguşların rutin olarak dahi Kızıl Ordu’ya alınması mümkün olmuyordu.
1941 yılından itibaren
Sovyet hükümeti askere alma işini sıkı tutmaya başladıysa da Çeçen ve
İnguşların çoğu ülkelerini işgal altında tuttuğuna ve değerlerine düşman
olduğuna inandıkları Kızıl Ordu saflarına katılmaktan kaçınıyordu.
Ekim 1941’de Cumhuriyet’in
Şatoy, Itum-Kale, Vedeno, Çeberloy ve Galancoy bölgelerinde iki ayrı ayaklanma
birden patladı. 1942 başlarında ayaklanmaların liderleri Hasan İsrailov
ile Mairbek Şeripov birleşerek “Çeçen İnguş Halklarının Devrimci Geçici
Hükümeti”ni kurdular. 1942’de anti-Sovyet güçler artık ülkede aktif bir
rol oynuyordu.
Aynı yılın ilkbaharında
SSCB yönetimi hizmetten kaçındıkları gerekçesiyle Çeçen ve İnguşları orduya
almaktan artık vazgeçti.
Ağustos-Eylül 1942’de
Çeçen Cumhuriyeti’ndeki hemen hemen tüm dağlık bölgelerdeki kollektif
çiftlikler dağıtılmış, düzinelerce Sovyet işçisinin de aralarında bulunduğu
kitleler İsrailov ve Şeripov ayaklanmasına katılmıştı.
Stalingrad kuşatmasında
gördüğü dirençle daha ileriye gidemeyen Panzer Ordusu, Kızıl Ordu’nun arka
tarafına Kafkas Dağları üzerine paraşütle Alman silahlı grupları indirmeyi
planladı ve gerçekleştirdi. Bu grupların birinci hedefi yerli direniş
gruplarını Sovyet iktidarına karşı organize ederek savaştırmaktı.
Alman paraşütçüleri ilk
olarak 1942’nin sonbaharında Çeçenya sınırlarında görüldüler. Bu tarihi
veriyoruz zira önemlidir; çünkü sonradan Almanlarla işbirliği yapmakla
suçlanacak olan Çeçen ve İnguşların, Almanlar daha Kafkasya’ya gelmeden önce
Ruslarla mücadeleye başladıklarını ortaya koyan en ikna edici delildir.
Belirttiğimiz gibi Çeçen
ve İnguşlar Rus ordusunda görev almak istemiyordu. 2. dereceden Devlet Güvenlik
Komiseri B. Z. Kobulov Ekim 1943’te cumhuriyete giderek durumu yakından
incelemiş ve sonrasında hazırladığı raporunda şu ifadelere yer vermişti: “Çeçenler
ve İnguşlar Sovyet iktidarına karşı tavırlı ve Kızıl Orduya asker olmak
istemiyor. Ağustos 1941’deki ilk seferberlik sırasında 8 bin kişiye celp
çıkartılmış ancak bunların 719’u birliklerine intikal etmemiştir. Mart 1942’de
ise celp çıkarılan 14 bin 576 kişiden 13 bin 560’ı firar edip dağlara
çıkmıştır.”
Bu arada şunu da
belirtelim ki, o yıllarda Kızıl Ordu saflarını terk etmek veya düşman saflarına
geçmek sadece Çeçen ve İnguşlar’a mahsus bir şey değildi. Komünizmin
zulmünden kurtulmak isteyen 800 bin ila 1 milyon arasında silahlı Sovyet
vatandaşı doğrudan Almanlara destek veriyordu.
Ama bu durum “bütün Çeçen
İnguşlar Sovyetlere karşı tavır almışlardı” demek de değildir. Çeçen
İnguşlar’ın diğer yarısı da Sovyetler safında bulunuyordu. Rus tarihçi Vasily
Filkin’in yayınladığı verilere göre 28 bin 500 Çeçen ve İnguş savaşçı
Sovyetlerin “Büyük Vatan Savaşı” olarak isimlendirdiği 2. Dünya Savaşı’nda
Sovyetler adına cephelerde yer almıştı. Bunların 19 bin 500’ü gönüllü olarak, 9
bini de rutin celple orduda görev yapıyordu.
Çeçen Savaş Gazileri
Derneği’nin verilerine göre ise Sovyet cephelerinde savaşa katılan Çeçen ve
İnguşların sayısı 44 bin’e ulaşıyordu. Cepheye giden birçok
Vaynakh büyük yararlılıklar göstermişti. Nitekim üç Çeçen ve bir
İnguş’un ismi “Brest-Litovsk Savunucuları Anıtı Kompleksi”nde yer alarak
ölümsüzleştirilmiştir.
Brest’te Kızıl Ordu’nun
diğer kısımlarıyla birlikte 255. Çeçen İnguş Alayı ile bir de Süvari Birliği
savaşmıştır.
Savaş sırasında 10 Vaynakh
Sovyetler Birliği Kahramanı olurken, 2 bin 300 Çeçen ve İnguş da Sovyet
cephelerindeki çarpışmalarda hayatını kaybetmiştir.
1943: ALMANLARIN HIZI
KESİLİYOR, SÜRGÜNLER BAŞLIYOR
Almanlar’ın, Stalingrad
önlerine kadar geldiğini ve bu noktada Sovyet orduları tarafından
durdurulduğunu söylemiştik. 31 Ocak 1943’te 300 bin kişilik Alman 6.
Ordu’sundan sağ kalan 95.000 asker Ruslara teslim oldu. Ardından yoğun
çarpışmalar sonrası 6 Kasım 1943 tarihinde Kiev, Kızıl Ordu birliklerinin kontrolüne
geçti ve savaş artık Sovyetler lehine döndü.
Almanları, 2 yıla yakın
işgal altında tuttuğu Ukrayna’dan ve Kafkasya topraklarından çıkartarak
geriletmeye başlayan Sovyet yönetimi kısmen rahatlayarak içerideki sorunlarla
ilgilenmeye fırsat buldu. Savaş daha devam ediyorken, savaş esnasında
Almanlarla işbirliği yaptıkları iddiasıyla Sovyet coğrafyasında yaşayan pek çok
etnik grup cezalandırılmaya başlandı. Almanlar, Finler, Kalmuklar, Karaçaylar,
Balkarlar, Çeçenler, İnguşlar, Kırım Tatarları, Rumlar, Kırım’da yaşayan
Bulgarlar ve Ermeniler, Gürcistan’dan Meshet Türkleri… yaşadıkları yurtlardan
kopartılarak Sovyetlerin doğu cumhuriyetlerine ve Sibirya steplerine
sürüldüler: 1 milyon 247 bin Alman; 228 bin Kırım Tatarı, Bulgar, Ermeni,
Yunan; 94 bin Türk, Kürt, Hemşin; 91 bin Kalmuk; 50 bin
Litvanyalı; 41 bini Polonyalı …v.d.
ÇEÇEVİTSA OPERASYONU
23 Şubat 1944 tarihi,
Vaynakhlar (Çeçen ve İnguşlar)’ın cezalandırılarak Kazakistan ve Kırgızistan’a
sürülüp soykırıma uğratıldıkları tarihi simgeler.
Bu sürgün operasyonuna
“Çeçevitsa” ismi verildi. “Çeçevitsa” Rusça’da “mercimek” demek. “Çeçen” ismine
olan benzerliği sebebiyle operasyona “Çeçevitsa” denilmiş olsa gerek.
Operasyon Ekim-Kasım 1943
tarihinde hazırlanmaya başladı. Başlangıçta tüm Vaynahlar’ın Novosibirsk ve
Omsk eyaletleri ile Altay ve Krasnoyarsk Bölgelerine sürgünü planladıysa da
sonradan Kazakistan ve Kırgızistan Cumhuriyetleri’ne yerleştirilmelerine karar
verilmiştir.
29 Ocak 1944’de NKVD (İç
istihbarat) Başkanı Lavrenti Beria, hazırlanan “Çeçen ve İnguşlar’ı sürme
talimatı”nı onayladı. Beria bu operasyonu bizzat yönetti. 17 Şubat
1944 tarihinde, sürüleceklerin sayısı 459 bin 486 kişi olarak netleştirilmişti
ve operasyon sekiz günde tamamlanacaktı.
Gizli servislerden 19 bin
operatör ile yaklaşık 100 bin subay ve askerin katıldığı Çeçevitsa operasyonu
23 Şubat 1944 günü sabah saat 02.00’de başladı.
İlk gün 333 bin 739 kişi
yerleşim yerlerinden çıkartıldı.
29 Şubat tarihinde ise 91
bin 250 İnguş ile 387 bin 229’u Çeçen olmak üzere 478 bin 479 kişi
cumhuriyetten tahliye edilmişti. Aralarında, yanlışlıkla sürgün edilen
çoğunluğu Avar olan farklı milletlerden yaklaşık 500 kişi daha vardı.
Bu arada toplama
operasyonlarından kaçan 6 bin 544 kişi dağlara sığındı. 1944 yazında,
Çeçenlerin pek çok manevi lideri, sürülmekten kaçan ve dağları mesken tutan bu
Çeçenleri ikna etmek için cumhuriyete getirilmişlerdi.
BİR DEHŞET SAHNESİ: HAYBAH
KATLİAMI
27 Şubat’ta, Haybah köyüne
ve bağlantı yollarına yoğun kar yağmış, insanlar dağlardan inemeyince sürgün
programı aksamıştı. Tanık ifadelerine göre üçüncü dereceden devlet
güvenlik komiseri Mikhail Gvishiani kolektif çiftlik ahırlarına doldurduğu
700’e yakın kişinin yakılması emrini vermişti. Kaçmaya çalışanlar ise
otomatik silahlarla vuruldu.
Adalet Bakanı eski yardımcısı
iken, buraya gönderilerek askeri birliğe katılmaya zorlanan Ziyaudin Malsagov,
27 Şubat 1944 günü Haybah’da gerçekleştirilen katliamı şöyle anlatmaktadır:
“Cumhuriyet’in diğer
bölgelerindeki Çeçenlerle İnguşlar vatanlarından sökülüp Kazakistan’a yollanmaktaydı.
Fakat buradakileri nakletmek mümkün değildi. Çevre avullardan toplanan halk
yola çıkarıldı. Hastalar, yaşlılar ve zayıflar, ertesi günü helikopterlerle
taşınacakları söylenerek arkada bırakıldı. Kadın, çocuk ve gençlerin bir kısmı
da onlarla kaldı. Kalanlar 650-700 kişi kadardı. 27 Şubat 1944 günü sabah saat
dokuzda çevre avullardan ve Haybah’tan toplanan bu insanlar bir ahıra
dolduruldu. Bu ahıra, Lavrentiva Pavloviça Beriya’nın “Damızlık Beygir Ahırı”
denilmekteydi. Bu ahıra daha önce, dışarıdan ateşlenince içeriyi tutuşturacak
şekilde kuru ot ve saman yığılmıştı. Bu insanlar ahıra sürülüp üstlerine kilit
vuruldu. Ardından ahır ateşe verildi. Ateş tutuştuğu zaman ben fazla uzakta
değildim. İnsanlar ahırın kapısını zorlayıp kırdı ve dışarıya çıktı. Gvişiani
de o an emretti: “Ateş!” Meğer otomatikler daha önce mevzilenmiş. Otomatların
biçtiği ceset yığınları kapı çıkışını tamamen kapattı. Bir iki kişi firara
kalkıştı. Onları da öldürdüler. 700’e yakın insan ahırın içinde cayır cayır
yakılarak öldürüldü.”
Temmuz
1944’te Beria, Stalin’e şu nihai bilgiyi sundu: “Şubat-Mart
1944’te NKVD, Devlet Savunma Komitesi’nin kararını takip ederek, Kuzey
Kafkasya’daki 602 bin 193 kişiyi Kazakistan ve Kırgızistan Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetleri’ne yeniden yerleştirdi. Bunların 496 bin 460’ı Çeçen ve İnguş,
68 bin 327’si Karaçay, 37 bin 406’sı Balkar’dır.”
Vaynakh yerleşimcilerin
ezici çoğunluğu Kazakistan’a (239.768 Çeçen ve 78.470 İnguş); kalan kısmı da
Kırgızistan’a (70.097 Çeçen ve 2.278 İnguş) gönderilmişti.
HALKI SÜRÜLÜNCE CUMHURİYET
DE LAĞVEDİLDİ
7 Mart 1944’te SSCB Yüksek
Sovyeti’nin kararı ile Çeçen-İnguş Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti tasfiye
edildi ve Çeçenlerin yaşadığı alanlar “Grozni Bölgesi” adıyla Stavropol
Bölgesi’nin bir parçası haline getirildi.
Cumhuriyet topraklarının
bir kısmı da Gürcistan ve Kuzey Osetya arasında bölüştürüldü. Tüm Çeçen İnguş
yerleşimlerinin adları değiştirilerek yerine Rusça ve Osetçe isimler takıldı.
SÜRGÜNDE YAŞAM
Çeçen halkı sürgünde büyük
acılara katlanmak zorunda kaldı. Çeçenya’nın Achkhoy-Martan ilçesindeki
Katar-Yurt köyü sakinlerinden Arbi Makayev yaşadıklarını şöyle özetliyor:
“Masum çocuklar, çaresiz
yaşlılar, kadınlar “insanlık düşmanı” ilan edildiler ve soğuk bir Şubat sabahı
sürüldüler. Sürüldüğümüzde sekiz yaşındaydım. O berbat günleri net şekilde
hatırlıyorum. İnsanlarla dolup taşan arabalar buz ile
kaplıydı. Çocuklar ve zayıf yaşlılar yerlere oturdu, diğerleri ayakta
durdular. Ailemiz Kustanay bölgesinde Holey kışlasına yerleşti. Bütün
ailelerdeki insanlar açlıktan ölüyordu. 1947 yılından itibaren hayat biraz daha
iyileşti. Çocuklar okula gitmeye başladı. Köyde okul için uygun bir
yer yoktu. Bir “kulübe” içinde öğrenim görüyorduk. Sıra yerine tezgahlar
vardı; gazetelere ve eski dergilere yazıyorduk. Odadaki soğuktan mürekkep
bile donuyordu. Koşullar çok kötüydü, ancak her şeye rağmen çocuklar
okutuldu. Ancak, geri döneceğimize olan inanç, hayatta kalmamıza yardımcı oldu.
Yerel halk, hayatta kalmamıza yardım etti, kendileri de fakir olmasına rağmen
ekmek ve tuzlarını bizimle paylaştılar.”
Aynı köyün yaşlılarından
Lecha Ustaev de ailesinin Karaganda bölgesine yerleştirildiğini söyleyerek
ekliyor: “Yaşam koşulları her yerde aynıydı: Açlık, soğuk, hastalık ve
haksızlık… Çok çalıştık. Sabır, hırs ve gayret, hayatta kalmamıza
yardımcı oldu.”
DÖNÜŞ VE
REHABİLİTASYON
Çeçen ve İnguşlar çok zor
şartlar altında tam 13 senelerini sürgünde geçirdi. Stalin’in ölüp Kurşçev’in
başa geçmesinden sonra “avfa uğradılar” ve ancak vatanlarına dönebilme izni
çıktı.
Ocak 1957’de SSCB Silahlı
Kuvvetleri Başkanlığı ve Yüksek Sovyet Başkanlığı kararnameleri ile Stavropol
Bölgesi’ne bağlanmış topraklar bu bölgeden geri alınarak Çeçen-İnguş Özerk
Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti tekrar kuruldu. Dağıstan ve Gürcistan’a
verilen Çeçen toprakları da alındı ve Cumhuriyet’e bağlandı. Çeçen ve
İnguş dillerindeki yer isimleri yeniden verildi.
Karardan hemen sonra,
Kazakistan ve Kırgızistan’da onbinlerce Çeçen ve İnguş işini gücünü bıraktı,
mülklerini sattı ve eski ikamet yerlerine geri dönmeye başladı.
Yetkililer
1957 yazında Çeçenlerin ve İnguş’ların vatanlarına dönmesini geçici olarak
askıya aldı. Nedeni, Kuzey Kafkasya’da oluşan gergin durumdu. Sürgünden dönen
Vaynakhlar’la yerleşimciler arasında arazi ve ev çatışmaları oluyordu.
Yetkililer, 1957’de 17.000 aileyi Çeçen-İnguş Özerk Cumhuriyeti’ne geri
göndermeyi planlıyordu ancak iki katı nüfus geri döndü ve birçok kişi eskiden
yaşadıkları köylerde ve evlerde yerleşim aramaya başladı. Bu da etnik
çatışmalara yol açtı. Özellikle, Ağustos 1958’de bir toprak meselesi
cinayetinden sonra ayaklanmalar patlak verdi. Ciddi çatışmalar oldu. 2
sivil öldü, İçişleri Bakanlığı’nın dört çalışanı dahil 32 kişi yaralanırken,
bunlardan 10’u hastaneye kaldırıldı. Olaylarda yaklaşık 60 kişi de tutuklandı.
16 Temmuz 1958 tarihli
Dağıstan ÖSSC’nin 254 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı uyarınca, sınırdışı
edilmeden önce Dağıstan’ın Hasavyurt, Novo-Lak bölgelerinde yaşayan Çeçenlerin,
Akkinlerin köylerine geri dönmeleri yasaklandı.
Eski İnguş alanlarının
yaklaşık 1/6’sı, özellikle sınırdan Daryal Geçidine doğru dar bir şerit olan
Prigorodny Bölgesi (sürüldükten sonra Kuzey Osetya’ya bağlanan beş İnguş
ilçesinden biri) iade edilmedi.
Çeçen ve İnguşların
birçoğu anavatanına ancak 1959 baharında dönebildi. 1959’da Çeçenlerin sadece %
60’ı ve İnguş’ların da % 50’si anavatanlarında yaşıyordu.
1970’e gelindiğinde, bu
oran sırasıyla % 90 ve % 85’e ulaştı.
Kuzey Osetya Özerk Sovyet
Sosyalist Cumhuriyeti’nin bir parçası olarak kalan Prigorodny Bölgesi sorunu net
bir çözüme kavuşturulamadığı için 1980’lerin sonunda Oset-İnguş çatışmasının
odağı haline geldi.
Çeçenler ve İnguşların
tamamı 26 Nisan 1991 tarihli “Baskı Altındaki Halkların Rehabilitasyonu
Hakkında Kanun” uyarınca özel destek aldılar.
RUSYA FEDERASYONU
DÖNEMİ
Çeçen ve İnguşlar
anavatanlarına döndükten sonra başlarına gelen bu musibeti hiç unutmadılar.
Sürgünün başladığı tarih olan 23 Şubat’ın yıl dönümlerinde anma programları
düzenlediler.
Ancak Çeçenistan Federal
Cumhuriyeti Devlet Başkanı Ramzan Kadirov, Çeçen sürgünün ve soykırımının 70.
Yıldönümü olan 23 Şubat 2014’de, Rusya Federasyonu’nun diğer bölgeleriyle
birlikte Rusya’nın Devlet bayramı olan “23 Şubat Ordu Günü”nün kutlanacağını belirterek
1944 sürgün ve soykırımını anma etkinliklerinin düzenlenmesini yasakladı.
Matem etkinliklerinin
“Hatıra ve Matem Günü” adıyla artık 10 Mayıs tarihinde yapılacağını ilan etti.
10 Mayıs 2004’un Ramzan Kadirov’un babası Ahmet Kadirov’un Çeçen direnişçiler
tarafından öldürüldüğü tarih olması aslında anma gününün kaydırılma nedenini de
şüpheye mahal bırakmaksızın açıklıyordu. Bu değişiklikle, hem Rusya Ordu
Günü’nün parlatılması; hem de öldürülen Ahmet Kadirov için atılacak tiradlar
arasında 1944 sürgününün unutturulması planlamış olmalıydı.
Ama bu basit ve uyduruk
“tedbirlerle” Vaynakh halkının ve dostlarının hafızasını sileceklerini
sananların, zaman geçip istedikleri sonuçları alamadıklarını görünce, sadece
kendi korkularını büyüttüklerini görmenin üzüntüsüyle daha bir kahrolocakları
muhakkaktır.
SONUÇ
Evet, dünyanın her yerinde
askerlik hizmetinden kaçma ve kaçınma ağır cezayı hak eder, bunu kabul
ediyoruz. Sovyetler Birliği her ne kadar bir zulüm devleti olsa da, kendi
devlet mantığı içinde bir tutarlılık göstererek suç işleyen kişileri ayırıp
onları cezalandırması gerekirken, faturayı tüm halka kesme yolunu tercih ederek
bütün Vaynakhları sürgüne / ölüme göndermiştir. Bu dünyanın hiçbir
yerinde izah ve kabul edilebilir bir şey olmadığı gibi, sorumlularının
uluslararası ceza mahkemelerinde yargılanmasını gerektiren ağır bir insanlık
suçudur.
Nitekim sürgünün 60.
yılında Avrupa Parlamentosu Çeçenlere yapılan zulmü “soykırım” olarak
tanımlamıştır. Avrupa Parlamentosu’nun 26 Şubat 2014 tarihli kararında şu
ifadelere yer verilmektedir:
“Avrupa
Parlamentosu, Stalin’in emriyle tüm Çeçen halkının 23 Şubat 1944 günü Orta
Asya’ya sürgün edilmesini, 1907 tarihli Lahey Sözleşmesi’nin Dördüncü
Konvansiyonu ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 9 Aralık 1948 tarihli
Soykırım Suçu’nun Engellenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi bağlamında bir
soykırım olduğuna inanmaktadır.“
Soykırım suçu ise
yargılanır.
Alman Devleti 2. Dünya
Harbi’nde Yahudileri soykırıma uğratmaktan yargılandı ve mahkum oldu.
Rus Devleti de aynı
dönemde hem Çeçen İnguşlar’a, hem de başka halklara karşı sürgün ve soykırım
suçunu aleni bir şekilde işledi ama yargılanmayıp yanına kâr kaldı.
Peki, Rus Devletini kim
yargılayacak, cezasını kim kesecek?
Soruyoruz ama cevabını
bilmediğimizden değil; tabii ki “dünya ne zaman beşten büyük olursa”, yani ne
zaman dünyaya adalet hakim olursa, Rus devleti de o zaman yargılanıp cezasını
en ağır şekilde çekecektir.
____________________
KAYNAKÇA:
–
http://www.kavkaz-uzel.eu/articles/202258/
– http://qha.com.ua
–
https://ria.ru/spravka/20080222/99840311.html
–
http://ickerya.com/2015/12/09/
– http://www.grozraion.ru
– http://news.bbc.co.uk
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder