Giriş
“Ergenekon Terör Örgütü Davası İddianamesi”nde yer alan hususlar Türkiye’nin gündemini sarsmaya devam ediyor.
Geçtiğimiz
ay ve günlerde yapılan bazı açıklamalarda Ergenekon yapılanmasında
Çerkes kökenlilerin yoğun olarak yer aldığı ve Çerkes örgütlerinin
Ergenekoncuların “ilgi alanında” bulunduğu iddia edilmişti.
Merak ettik, gerçekten Çerkesler ve Çerkes örgütlerinin “Ergenekon Terör Örgütü”yle bir ilgisi var mıydı?
Varsa bu ilgi veya ilişkinin boyutları neydi?
Bu konudaki mini araştırmamızı ve
sonuçlarını okurlarımızla paylaşacağız. Ancak bu örgüt karşısında
Çerkeslerin ve Çerkes derneklerinin durumunu anlamak için önce Ergenekon
örgütünü iyi tanımamız lazım. Yoksa pek çokları gibi, “Deli saçması! Bu kadar farklı dünya görüşündeki insan, nasıl oluyor da bir örgütün çatısı altında birleşebiliyor” sığlığında yaklaşımlar kaçınılmaz olur.
Sabırsız okurlar için şimdilik şu
kadarını söyleyelim ki, -kaba tabirle- koyunlar, keçiler, danalar… hepsi
aynı çoban tarafından güdülüyor: Mason Locaları.
Ve loca mensupları Çerkes örgütlenmeleri içerisinde de oldukça aktifler.
***
Sözü buraya getirdikten sonra filmi en başa sararak izlemeye başlayalım.
***
TAPINAKÇILAR
Konuya, Türkiye’nin ilk nükleer fizik profesörü Ahmed Yüksel Özemre’nin kaleme aldığı "İlim, Din, Medeniyet (Düşünceler), Pınar Yayınları, İstanbul 2002” adlı kitabından uzunca bir alıntı yaparak girmek, meseleyi kavramamızı kolaylaştıracaktır:
“Papa
II. Urbano'nun çağrısı üzerine toplanan 1. Haçlı ordusu 1099 yılında
Kudüs'ü aldı. Kudüs'ü 88 yıl Hıristiyanlar yönetti (Kudüs 1187 yılında
Selahaddin Eyyübi tarafından geri alınmıştır). İşte bu yıllarda Haçlılar
"Mukaddes topraklarda" hızla örgütlendi. Bu örgütler arasında gönüllü
kuruluşlar da vardı. Bunlardan biri de 1118'de kurulan “Mesih'in Fakir
Şövalyeleri” adlı örgüttü. Kurucusu bir Fransız asilzadesi idi. Bu
gönüllü kuruluşun amacı, Kudüs'e giden yolları savunmak ve Kudüs'ü
ziyaret edecek olan hıristiyan hacıları korumaktı. Yani hem dini, hem de
askeri misyonu vardı.
1125 yılında Kudüs'ün
yeni hıristiyan kralı, Hazret-i Süleyman'ın mabedinin bulunduğu yer
olarak bilinen Mescidü'l-Aksa'yı bu örgüte tahsis etti. Bu olaydan sonra
örgüt, Tapınak Şövalyeleri adını aldı ve hem dini, hem de askeri bir
tarikat olarak resmen tanınması için Papalık makamına başvurdu. Bu istek
Papalık tarafından 1129 yılında kabul edildi.
Tarikat sadece Kudüs
ve civarında değil, güney Fransa ve Paris'te de kısa sürede örgütlendi.
Bunun için gerekli parayı da Avrupa ile Ortadoğu arasındaki ticarete
aracı olarak elde ettiler, bankerliğe de el attılar. Öyle ki Fransa
kralının resmi bankacısı oldular, hatta krala borç verme konumuna
geldiler.
Tapınak Şövalyeleri,
Hasan Sabbah'ın Haşhaşiler örgütü ile de temas kurdu. Bu temas sayesinde
de bir örgüt olarak nasıl gizli kalacakları ve örgüt üyelerinin
birbirlerini tanımak için işaretleşme kodu kullanmaları hakkında fikir
sahibi oldular. Ve kendilerine uyguladılar. Kudüs müslümanlar tarafından
geri alınınca, Tapınak Şövalyeleri merkezlerini Paris'e taşıdılar.
Seine nehri kıyılarında, Louvre Sarayı'nın yakınında yüksek bir kale
inşa ettiler. Bugün bu kale yok ama burası hala Tapınak Mahallesi diye
anılıyor.
Tapınak Şövalyeleri'nin Geçici Sonları
Bu kale ya da mabed,
ticaret ve bankerlik faaliyetleri sayesinde gitgide zenginleşen örgütün
hazinelerinin korunduğu esrarengiz bir yer halini aldı. İngiltere ile
savaştan yeni çıkan ve bu örgütten aldığı borcun faizini ödeyemeyen
Fransa'nın üst düzey yetkililerinin hırsları kamçılanıyordu. Kral, uzun
süren baskılara dayanamadı ve13 Ekim 1307'de bütün şövalyeleri
tutukladı. Suçları; dinden çıkmak, İsa'ya hakaret etmek, rezil ayinler
düzenlemek, homoseksüel olmak ve Baphomet adını verdikleri bir puta
tapmaktı. Bu ağır suçlamalar karşısında Papa'ya da tarikatı kapatmaktan
başka seçenek kalmıyordu. Ancak Fransa kralı Filip bu operasyondan ümit
ettiği hazineye erişemedi. Hazine çoktan kaçırılmıştı. Tapınak
Şövalyeleri'nin üstad-ı azamı ile üç yardımcısı ise yedi yıl sonra, 18
Mart 1314'te son kez mahkemeye çıkarıldılar ve yakılarak idam edildiler.
Tapınak Şövalyeleri'nin Yeniden Dirilişi: Masonlar
Fransa Krallığı'nın
zulmünden İngiltere ve Orta Avrupa'ya kaçanlarla daha sonra bunlara
katılanlar "Serbest Masonlar" adı altında tarih sahnesine tekrar
çıktılar. Son üstadlarının talimatıyla, inşa edilmekte olan kilise ve
katedrallere başvurarak hiçbir loncaya bağlı bulunmayan duvarcı
olduklarını beyan edip işe girdiler. (Fransızca'da duvarcı, "maçon"
(mason diye okunuyor); bir yere bağlı olmayan, hür, serbest ise "franc"
(fran diye okunuyor) demek. Franc-maçon da serbest masonlar anlamına
geliyor.)
Serbest Masonlar'ın
Fransa Krallığı'ndan intikam almak için Avrupa genelinde örgütlenmeleri
zaman aldı. 17. yüzyıldan itibaren toplumun, sivil ve askeri idarelerin
köprü başlarını tutmaya, saraylarda önemli mevkiler elde etmeye,
kralların harimine kadar sızmaya başladılar. Fransa'yı artık başka bir
hanedan yönettiği halde, ataları olan Tapınak Şövalyeleri'nin intikamını
almaya kararlıydılar. İntikam sadece hanedanlardan değil, Kilise'den de
alınacaktı. İşte nesilden nesile geçen, yeminle korunmuş olan amaçları
budur.
Duvarcı Masonlar'ın
sayıları bir ara azalmaya başlar. Bunun bir nedeni duvarcıların,
Tapınak Şövalyeleri'nin bekar kalmak için yemin etmiş dindar üyeleri
olmalarıdır. Diğer nedeni de katedrallerin ve büyük kiliselerin
inşaatlarının azalmasıdır. Çare olarak, bizzat duvarcı olmamakla
birlikte Tapınak Şövalyeleri'nden miras kalan idealleri benimseyenler de
"duvarcı olarak" "Kabul Edilmiş Masonlar" unvanıyla bu hınç ve intikam
kervanına dahil edildiler.
Serbest ve Kabul
Edilmiş Masonlar ilk toplantılarını 1717'de İskoçya'da yaptılar.
Amaçları başta Fransa hanedanı olmak üzere bütün hanedanların
egemenliklerine son vermek ve kilisenin gücünü kırmaktı. Avrupa'nın her
yerinde özellikle de Fransa'da pek çok Mason locası büyük bir gizlilik
içinde faaliyete geçti.
Tapınak Şövalyeleri'nin gecikmiş intikamı
Serbest ve Kabul
Edilmiş Masonlar, Mabed Şövalyeleri'nin varisi olarak Fransa
Krallığı'ndan ve Kilise'den intikam almak için 65 yıl Fransız
İhtilali'nin altyapısını hazırladılar. Özellikle Paris'te pek çok yeni
loca açıldı. Yazar, filozof, bilim adamlarından vara-yoğa itiraz eden,
inatçı ve saldırgan tipler özenle seçilerek mason yapıldı.”
İhtilal öncesi Fransa’nın
toplum yapısına göz attığımızda çok büyük eşitsizlikler görüyoruz.
Nitekim bu eşitsizlikler masonlar tarafından ustaca değerlendirilmiştir.
İhtilal öncesinde soylular ve papazlar sınıfı büyük imtiyazlara
sahipti. Fransa Kralı XVI. Louis yaptırmış olduğu Versailles sarayında
lüks içerisinde yaşıyor ve her türlü israfı yapmaktan geri kalmıyordu.
Kilise, halkı sürekli taassup içinde tutuyor ve krala ihaneti en büyük
suç sayıyordu. Ülke küçük derebeyliklere bölünmüştü ve ağır vergiler
halkı iyice fakirleştirmişti. Köylüler çalışmak ve vergi vermekten başka
hiçbir hakka sahip değillerdi. Ticaretle meşgul olan ve şehir
merkezlerinde oturan burjuvalar ise aşırı zengin olmuşlardı.
Masonlar bu tabloyu
fırsat bilip Fransız ihtilalinin altyapısını oluşturan anti-monarşik ve
anti-Kiliseci düşünceleri yoğun şekilde yaydılar. Nitekim Fransa Büyük
Şark Locası’nın 1971-1974 yılları arası Üstad-ı Azamlığını yapan Fred
Zeller, hatıralarında devrim öncesi Masonik faaliyetlerden söyle söz
ediyor:
“1789 devrim öncesi Fransa'sında masonlar, geleneklerle açıkça çatışan fikirlerle ihtirasla uğraştılar ve bunu loca haricinde de yaydılar... Voltaire'in ölümünden kısa süre önce üyeleri arasında devrin en meşhur filozoflarının yer aldığı Dokuz Kızkardeşler Locası'nın,
mevcut düzeni yıkacak fikirlerin yayılmasında payı büyük oldu...
Masonlar, yarım asır boyunca sabırla, yavas yavas devam eden bu gizli,
yasak tartışmalarla, milli bilince yerleşik düzeni değiştirme ümit ve azmini aşıladılar.” (Fred Zeller, Hatıralar, sayfa 14-15.)
Bütün Avrupayı sarsan bu ihtilalin
hazırlayıcılarından Montesqiue, La Fayetta, Mirabeau, Marat, Danton,
Volter, J. J. Rousseau, Robespiyer, Diderof, d’Albert ve diğer isimlerin
hepsinin mason olması Zeller’in sözlerini doğrulamaktadır.
“14 Temmuz 1789 günü patlak veren
ihtilal 10 yıl sürdü. Kral ve kıraliçe idam edildi. Kilisenin mallarına
el konuldu. "Hıristiyanlıktan Arındırma Yasası" kabul edildi. Bundan
böyle devlet artık laik oldu. Takvim ve yılbaşı, hıristiyan kökenli
oldukları gerekçesiyle değiştirildi. "Akıla tapınma" devletin resmi dini
oldu. Hatta "Tanrıça Akıl" adına Paris'te resmi ve görkemli ayinler
bile düzenlendi.
Masonlar, hanedandan ve kiliseden intikamlarını almışlardı; peki, bundan sonra neyle meşgul olacaklardı?
İlk Serbest Masonlar duvar örmedeki
becerilerine göre çırak, kalfa, usta şeklinde üçlü derecelendirmeye
tabiydiler. Ancak duvarcılığın yapılamaması ve masonların sayısını
arttırmak için duvarcı olmayanların da localara kabul edilmesi, mason
idarecileri farklı ve esrarengiz stratejilere yöneltti. Masonik
dereceler 3'ten 33'e yükseltildi ve 4. ila 33. derecelere felsefi derece
denildi. Yani, bundan böyle ilk üç dereceye giren Mavi Localar
masonların avamına, diğer dereceleri içeren Kırmızı Localar masonların
havassına ve 33. dereceden ancak bazı masonların girebildikleri Kara
Loca da masonların hassülhavassına (yani kaymağın kaymağına) hitap
edecektir. Ama bu kast sistemi, eşitlik ve demokrasiyi savunan
masonluğun dejenere olmasının da bir göstergesidir.
Artık masonların değişmez idealleri de kalıplaşmıştır.
1) Masonluğun otoritesi hariç olmak
üzere bütün şahsi otoritelere karşı savaş ve bunun doğal sonucu olarak
da cumhuriyetçi idare sisteminin (masonların denetiminde kalması
şartıyla) her ülkede hükümran olması,
2) Masonluğun oluşturduğu din hariç olmak üzere dini her otoriteye karşı savaş,
3) Büyük Fransız İhtilali'nden her yerde, özellikle de eğitimin her kademesinde hayranlıkla söz edilmesi,
4) Her konunun laiklik, akılcılık ve eşitlik ilkeleri içine alınmasının temini.
Tapınak Şövalyeleri tarikatı da,
onun varisi olan Serbest ve Kabul Edilmiş Masonlar tarikatı da
musevi-hıristiyan medeniyetinin bir ürünüydü ve geçmişlerine,
tarihlerine yönelik efsaneler de doğal olarak bu medeniyetten doğdu.
Örneğin masonluğun kökenini gizlemeye yönelik meşhur Hiram Usta Efsanesi
gibi pek çok efsane Tevrat, Talmud, Kabala kökenli musevi unsurlar
olarak masonluğa girdi. Ancak bunlara bakıp da masonluğun, yahudiliğin
bir uydurması olduğunu söylemek hiç de isabetli değildir.
Başlangıçta, yani masonluk henüz
üç derecelikken dini ritüellerin varlığından sözetmek mümkündü. Ancak
33. dereceden masonun 1) hiçbir dini inancı olmayan, ama 2) hangi itikat
olursa olsun o itikadın samimi taraftarıymış gibi görünmesini beceren
bir insan portresi çizmesi gerekmekteydi.” (Ahmed Yüksel Özemre; İlim, Din, Medeniyet (Düşünceler), Pınar Yayınları, İstanbul 2002”
2. Bölüm: Tanzimat Döneminde Mson Faaliyetleri
28 MAYIS 2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder